Bizim mahallenin karanlık sokaklarında yürürken, o elindeki camel sigarasından bir fırt çekiyordu. Ayaklarını yere doğru sererek, oturmaktaydı. Elindeki sigaradan çektiği her fırt, ne kadar öfkeli olduğunu gösteriyordu. Onu gördükten sonra duraksamış ve onu izlemeye başlamıştım. Hüzünlü bir insanı gördüğünüz zaman hemen anlamınız mümkündür, Gülümseyerek saklamaya çalışsa bile insan gözleri hüznü belli eder. Bir insan hüznünü saklayabilir ama asla tamamen gizleyemez.
Şu an karşımda oturan Meriç'in öfkesini ve öfkesinin ana temasını oluşturan hüznünü anlayabiliyordum. Sigaraları içmek yerine hızlı hızlı yemeye çalışıyormuş gibi görünmesinin başka nedeni yoktu. Dağılan gömleğinin ve Leyla ile Mecnun'un duygusal sahnelerini izlemiş gibi olan bakışlarının açıklaması olabilirdi ama sigaraları öyle içmesinin benim için başka bir açıklaması yoktu. Yanına oturdum, omzuna dokundum ve beni fark eder fark etmez bacaklarını topladı.
"Sigara içer misin?"
"Yok Meriç, ben sigara kullanmıyorum."
"Neden? Bak ben sigara içiyorum, erken öldürecek ne güzel.."
"Tamam. Ben de sigara içmiyorum ama aşık oluyorum. Benimki daha zararlı."
Bunu dedikten sonra gülümsedi. Piç öyle bir gülümsedi ki, yıllardır Edward Norton'un Fight Club filmiyle bütünleşmiş o çaresiz gülümsemesi karşımdaydı sanki. Muhabbet bittikten sonra konuşmadım. Hem onu nasıl konuşturacağımı bilmiyordum hem de sessizliği bozmak istemedim. Biraz daha bekledikten sonra sigarasından bir fırt daha çekti, burnundan çıkardığı dumanı öyle bir bıraktı ki, biraz önce çektiği fırt sevip de kavuşamayanlar içinse, bu çektiği fırt kendisini sevmeyenler insanlar içindi. Bana baktı ve daha sonra önüne bakmaya devam etti.
"Biliyor musun? Ben bu kadınları anlayamadım."
"Biliyorum Meriç." dedim. "Milyarlarca erkek aynı şeyi söylüyor."
"Bir dünya var, içinde bulunduğumuz ve şu an halen dönmekte olan bir dünya. Bir de benim kendi kafamda kurduğum bir dünya var. Ben galiba o kendi kafamdaki dünyayı seviyorum. Birileri geliyor sonra, bu gezegen olan dünyadan biri, henüz benim kafamın içindeki dünyadan haberi olmayan biri. Ben pek sıcak bakmıyorum, vize kolay kolay çıkmıyor benim dünyama. Daha sonra o insan ne yapıp ediyor, o vizeyi alıyor. Nasıl alıyor bilmiyorum ama bir bakıyorum, benim o dünyamda böyle özerkliğini ilan etmiş bir şekilde yaşıyor. O insanı kendi dünyamda öyle bir yaratıyorum ki, o insanı gerçek dünyada tanımak korkutuyor beni. Çünkü hiçbir insan kendi dünyamda, kendimin hayal ettiği gibi olmuyor veya bilemiyorum belki de kendi kafamdaki dünyada daha güzel."
Biraz sustu, es verdi. Haluk Bilginer'in Masumiyet filmindeki o meşhur tiradını anımsattı bana ve amına koduğumun o sigara dalı aynı filmdeki gibi yine bitmek bilmiyordu. Devam etti sonra;
"Kendilerinin isteyerek girdiği o kafamın içindeki dünyadan daha sonra istedikleri gibi çıkıyorlar. Onlar benim kafamın içindeki dünyadan istedikleri gibi gidiyorlar yani. Onlar gidince gezegen olan dünya gün geçtikçe daha kötü bir yer olmaya devam ederken, kafamın içindeki dünya alt üst oluyor abi. Onlar çekip gittikten sonra her şeyin devam ettiğini düşünüyorlar, ben de öyleymiş gibi davranıyorum ama öyle olmuyor, o işler öyle olmuyor işte. Ozon tabakası delinmiş dünya gibi, bir filmde esas oğlanın kurtaramadığı için sonu gelen dünya gibi oluyor benim dünyam. Onlar gidince kendi kafamın içindeki dünyada tüm ekosistem bozuluyor. Anasını sikiyorlar yani."
Sen kendi kafanın içinde bir dünya yarat ve kimsenin haberi olmadan o dünyada yaşa, o dünyayı içinde bulunduğun dünyadan daha çok sev. O yarattığın dünyaya kimseyi kolay kolay alma ama o dünyaya vize alma şansı bulan insanlar o dünyayı alt üst edip, hiçbir şey olmamış gibi o dünyadan ayrılsınlar. Vay arkadaş, dünyada neler oluyor yahu! Meriç sigarasını bitirdi, tam yeni bir sigara almak için doğrulduğu zaman paketindeki sigaraları gözüyle saydı ve durdu.
"Bak ben bu kadınları anlayamıyorum. Anlayamıyorum abi işte. Hayır bir insan neden kendisini yaralayan insanı sevmeye devam eder? Bunu kafam almıyor bir türlü.. Bak ben yaraları olan ve o yaraları saklamaya çalışan kadınları seviyorum. Çünkü o kadınlarla benziyoruz aslında ve o kadınları daha iyi tanıyabiliyorum. Onların da yaraları var ve onlar da o yaralarını gizlemeye çalışıyorlar sanki."
"Ee Meriç ne var burada? Bunun nesini anlamıyorsun? İnsan dediğimiz; yaraları olan ve bu yaralarıyla yaşamayı öğrenen canlı türüdür."
Gülümsedi ve paketten çıkardığı bir sigara dalını daha yaktı.
"Kadınları anlayamıyor olmam bundan sonra başlıyor zaten. Kadının bir çok yarası var belki de bir çoğu aynı kişiden kalan yarası. Ancak kadınlar o yaraya pansuman olmaya hazır erkekleri değil de o yaraya neden olan erkekleri tercih ediyor. Ben buna anlam veremiyorum. Ulan zaten o adam seni yaralamış, neden bir daha yaralamasına izin veriyorsun? Anlayamıyorum, anlam veremiyorum."
"Anlamayacak bir şey yok Meriç. Kadınlar ya o yaranın kendisine aşıklar ya da bu kadınlar mazoşist."
"Bak benim de yaralarım var. Sen benim yaram yok mu sanıyorsun? Benim yaralarım çok, yara almayan yerim yok benim. Gusül abdestini yaralarımla alsam, bir iğne topuğu kadar yerin bile kuru kalmadığından emin olurum yani. Ben bu kadar yaralanmış olmama rağmen, saklıyorum tüm yaralarımı. Onun yarasını kapatmak mecburiyetinde hissediyorum kendimi ve bu yüzden onun yaralarını kapatana dek kendi yaralarımı göremiyorum. Kanıyor ama göremiyorum. O kanayan yaralarımı görmediğim için acı çekmeye devam ediyorum. Yaralarına pansuman yapmak istediğim her insan iyileşiyor ve yeni yaraların sahibi olmaya gidiyor. Ben ise kanayan yaralarımla baş başa kalıyorum. Beni bitiren şey; yaralarım değil. O yaraları kapatacak hiçbir şeyin olmadığını biliyorum. Ve bu, beni yıkan asıl şey.. Bu ne demek biliyor musun?"
Ona söylemedim ama bunun ne demek olduğunu biliyorum. Bu ikinci adam demektir. Yedek golcüler, sokakta yürürken kimsenin fark etmediği sessizce yanımızdan yürüyüp giden insanlar, her defasında kendini yeniden hatırlatmak zorunda kalanlar, başka bir hikayeye dahil olamadığı için kendi hikayesini yazmak zorunda olanlar ve kendi masalında bile prens olmak yerine at olmayı tercih edenler demektir. Genç kızların yedek sevgilisi, ilişkiden çıkmış bir kadının acısını dindirmek için içtiği bir ağrı kesici, yaralarının dindirecek bir pansuman.. Hiçbir zaman maça ilk 11'de başlayamayacak olmak, ağrı kesici olmaktan kurtulamayacak olmak ve yarası dindiği zaman o kızın da gidecek olduğunu bilmek.. Bunlar ne demek bilirim..
"Meriç" dedim. "Kadınlar böyledir işte. Acıdan bu kadar şikayet edip, o acının kendisine aşıktır. Sen bir kadında yeni bir yara bırakmak yerine o kadının yaralarına dokunmayı tercih et. Çünkü senin kendi dünyanda, yaralamak yok. Bunu biliyorsun."
Kafasını salladı ve paketin sonunu görene kadar sigara içmeye devam etti. Bir süre sonra saat geç oldu ve kalktık. Toparlandı, ayağa kalktı. Ayaktayken iyi göründüğünden emin olmak istedi, son düzenlemelerini yaptı. Artık hazırdı, hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam edebilirdi. Kaşıyıp durduğu yaralarının gözükmediğine emindi. Önümde yürümeye başladı ve adım atarken arkasını döndü.
"Şey sakız var mı? Bizimkiler sigara kokusunu şey yapmasın.."
Bir paket bitirmişti ve o bir paketin kokusunu dindirmek için bir tane sakız arıyordu. Kadınların kendisini gördüğü gibi, sakızı görüyordu. Ancak ne o ne de sakız bunun için yeterli olamayacaktı. Bunu bilmiyordu, ben de söylemedim. Yolumuzun üstünde kalan bakkaldan bir kaç sakız aldık ve o gün yürümeye devam ettik..
(Ali Lidar abiye, Meriç karikatürüyle selam çaktığım Umut Sarıkaya'ya selam, sevgi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder