Güneş bir kez daha doğar, sen senin için doğduğunu düşünürsün ama güneş yine senin için doğmamıştır. Bir gün güneşin senin için doğacağına da inanmaya devam edersin. Takvime bakarsın daha sonra. Aylardan Ağustostur ve Ağustos'un ortası gelmiştir bile. Doğum günündür o gün, bundan yıllar önce takvim yine bugünü gösterdiği zaman sen dünyaya gelmişsindir. Özel günleri önemsemez gibi görünürsün ama bir yandan kimin hatırlayıp hatırlamayacağını düşünürsün içinden. Oysa senin doğman bile senin için pek özel bir gün değildir, hiçbir afilli özelliği yoktur senin için.
18 yaşın geride kalmıştır artık, reşit olmuşsundur. İstediğin mekanlara gidebilir, istediğin filmleri izleyebilir ve sana yaşını soranlara sadece kimliğini göstermen yeterlidir. Devlet de tanır artık seni. İstediğin partiye oy verebilir, yanındaki velin olmadan devlet kurumlarıyla iş yapabilir ve ailenin izni olmadan istediğin yere gitmen bile mümkündür artık. Kimlik taşımak zorundasındır her ne kadar kendini kimlik taşıyacak kadar ait hissetmesen bile. Taşımak zorundasındır çünkü polisler kimliğini sorar çoğu zaman. Ve onlar için geçerli bir neden değildir aidiyet meselesi. Kimliğini unutmamaya özen göstermeye başlarsın, bir kimliğin olduğunu unutmaman lazımdır senin.
19. yaşına giriyorsundur örneğin. Reşit olmayı küçüklüğünden beri düşledin, nasıl bir şey olduğunu merak edip durdun sonuçta ama pek hayalindeki gibi bir şey olmadığını da gördün. Buna rağmen 19. yaşla ilgili bir şey düşünmezsin çünkü 19 yaşın pek afilli bir özelliği yoktur. Kafanda sürekli MFÖ'den "Ne güzel şeysin yaşın 19" şarkısı çalar, sen onu içinden mırıldanır durursun. Kafandan çok şey geçmeye başlar üstelik, çok şey düşünürsün.
Bugüne kadar kendi ayaklarının üzerinde durup duramayacağını test ettin ama bundan sonra ayaklarının üzerinde durmaya başlayacağı yaşa girmişsindir artık. Kendi hayatını kurmaya kafandan başlamışsındır, kafanın içinde bundan sonra tamamen sana ait olacak hayatını düşlemeye başlarsın. Kendi hayatının oluşması için ilk adımlarını atacağın yaşa gelmişsindir çünkü. Ne yapacağını bilememe telaşını yaşarsın normal olarak, ne yapacağın ile ilgili tek bir fikrin yoktur. Ancak bir şeyler yapmanın gerektiğinin farkına varmışsındır. Geleceği düşünürsün, gelecek bir an için gözünü korkutur düşünmekten vazgeçersin. Yaptığın hataları düşünmeye başlarsın daha sonra. Düşündükçe düşünürsün. Yaptığın hatalar sana tecrübe olarak yansımıştır ama bu hatalarla yüzleşmene engel olamaz. Hataları düşünmeye başladıkça, kendine kızarsın, kendine kızmaya durdukça düşünmemeye çalışırsın. Dünden bu kadar pişman, yarından bu kadar endişeli olunca bugünü nasıl yaşayacaksın? Bunu düşünüp durursun, bunu sorarsın kendine ama bir türlü cevap veremezsin.
Çok sayıda insan girmiştir hayatına ama o hayatına giren insanın çoğu artık yoktur hayatında. Eskiden bir insanı hayatına daha kolay alırken, artık bu kadar kolay olmadığını görürsün. Hayatında var olan insanları kaybetmek istemezsin sadece belki bunu o insanlara belli edemezsin ama onları kaybetmemek için her şeyini yapacağını bilirsin. Yalnızlıktan şikayet ederken, yalnızlığa koşmak istersin ilk fırsatta. Yalnız olmadığını düşündüğün anda ne kadar yalnız olduğunu fark edersin, yanındaki insanların fark edemediği bir yalnızlıktır bu.
Çoğu zaman dünya sana karşıymış gibi gelir ve çoğu zaman dünya sana karşıdır. Hayaller kurmuşsundur gerçek olamayacağını bile bile kurduğun hayaller vardır. Çoğu zaman tüm insanlar birlik olup, hayallerinin ağzına sıçmıştır. Ne zaman bir hayal kursan hemen yanında kocaman, bümbüyük kırıklıkları da vardır. Anlarsın ki hayaller gerçekleşmek için değil hayatına devam edebilmek için var. Hayallerinin olduğu sürece gerçekleşmemesi umurunda da değildir zaten, hayallerinin gerçekleşmesi için umut dışında elinde bir şey de yoktur. Umut elindeki tek şeydir ve ona daha sıkı sarılırsın.
Filmler izlersin, kitaplar okursun. İçinde bulunduğumuz ve dönmeye devam eden dünyanın yerine kendi kafanın içinde kurduğun bir hayal dünyasında yaşarsın. Çoğu insan kafanın içindeki bu dünyadan haberdar değildir ve umursamaz ama sen tüm bunlara rağmen bu boktan gezegen yerine kendine ait o küçük dünyada hapsolmayı göze almışsındır. Henüz 19 yaşındasındır ve düşlerinde özgür dünya vardır. Anlamazlar, anlatamazsın. Dünyayı değiştirebileceğine dair umudun her geçen gün daha azalır ama her geçen gün kendi dünyanı kaybetmemeye daha fazla özen gösterirsin. İzlediğin filmlerdeki karakterler gibi, okuduğun kitaplardaki karakterler gibi hissedersin kendini, en azından çoğunu sevmişsindir. Kendi hayatının roman olsa, boktan bir kitap olacağını anlarsın. Ama dizüstü edebiyatı saçmalığı kadar boktan değil, haksızlık etme kendine.
Küçükken kurduğun hayaller gelir aklına ne kadar çok değiştiğinin farkına varırsın. Ne küçükken istediğin gibi doktorsundur, ne de astronot. Bundan sonra uzayla ilgili tek merakın başka bir gezegenin bulunması olur ve oraya bir an önce siktirip gidebilmek. Veya belki Nolan'ın yeni filmi. Ortaokulda polis olmak istediğini hatırlarsın bir an için sonra sokakta gördüğün o polisleri görünce polis olmaman rahatlatır seni. Oyunculuk hep içinde uktedir mesela, hep ukte kalacağını anlarsın ve başlı başına bir hüzündür bu. Televizyonda gördüğün yeteneksiz herifleri izleyemezsin. Futbolcu da olamamışsındır ve tuttuğun takımın formasını giyip o formanın kıymetini bilemeyen futbolcular deli eder seni. 19 yaşındasındır artık ve küçükken kurduğun düşlerin gerçekleşmediğinin farkına varırsın. Ancak bunun çok da önemi yoktur çünkü artık o küçük çocuktan eser kalmadığını fark edersin.
İnsanlar konuşur, insanlar çok konuşur ve senin insanlardan istediğin tek şey susmalarıdır. Susmanın ibadet sayıldığı yeni bir din, susmanın anayasada yeri olduğu bir ülke hayal ediyorsundur. İnsanların hepsi o kadar haklıdır ki, bu dünyada haksız olan bir tek senmişsin gibi hissedersin. İnsanlar ne kadar da kalabalık ve sen ne kadar da yalnızsın. Bir kez daha kalabalıktan ne kadar nefret ettiğini hatırladın.
Yaşıtların gibi çok para, çok kral evler, çok güzel manitalar ve popülerlik gibi bir şeyleri düşlemedin ki sen. Sen hayal ettiysen en fazla yapmak istediğin işi yapabilmeyi istedin, senin için en büyük düş buydu çünkü. 19 yaşındasındır ve en azından ileride sevdiğin bir işi yapıp yapamayacağın konusunda düşüncelere boğulursun. Ya sevdiğin bir işi yapacaksındır ya da ne yaparsan yap kendini boynunda tasma ile gezen bir köle hissedeceksindir. Ve senin tasmanı sadece biraz daha uzun bırakıp, köle olmadığını söyleyeceklerdir, tüm olan budur çok fazlası değil.
Evde küçük bir pasta ve deli gibi içip durduğun kolanın yanı sıra çeşit çeşit abur cuburla bugüne kadar seni her halinle sevecek insanları görürsün. Ailen vardır o masanın etrafında ve bir kaç arkadaşın. Gülümsersin, öncekiler gibi zoraki bir gülümseme değildir bu. Üzerindeki mumlara bakarsın, üflersin. Belki işler iyi gitmiyordur ama kötü de değildir, yukarıda var olduğuna inandığın Allah'a şükredersin, her ne kadar ona olan inancını gösteremeyip içinden yaşasan bile. En büyük mutluluk, yanındaki o insanların olmasıdır. Onların gülümsemesi, en büyük hediyedir. Belki sana çok şey vermemiştir hayat ama en azından bunu elinden almamasını istersin.. Onların mutlu olması, senin mutlu olmandan daha önemlidir her zaman senin için ve bunun böyle devam etmesini istersin.. Yaşın 19 olmuştur ama isteğin hep aynı..
Hoş geldin 19. yaşım..
(15 Ağustos 1996)
Facebook hesabımdan bu konu ile ilgili paylaştığım gönderi;
Sevgili 19. yaşım; bu cümleleri sana henüz 18 yaşındayken yazıyorum. muhtemelen 7 gün sonra seninle resmen kavuşmuş olacağız hatta saat 00.00'ı geçtiği için resmi olarak daha az bir günümüz kaldığını söyleyebilirim.
reşit olmak küçüklüğümden beri beklediğim ve nasıl olacak diye kendi kendime düşünceler kurduğum bir şeydi ama 18 yaşın pek de afilli bir şey olmadığını anladım. artık babyface olduğum için kimlik isteyen mekanlara direkt kimliğimi verip, polemiğe girmiyorum. her ne kadar kimlik taşımayı alışkanlık haline getiremiyor olsam bile. ne yapayım aidiyet eksikliğim var, kimliğim olduğunu hep unutuyorum. oy da kullandım, bir işe yaramadı ama olsun. devlet artık beni tanıyor, beni birey olarak sayıyor, bankalar da öyle. bankalar mesaj atıyor, bankalar arıyor. galiba ben büyüdüm, seninle kavuştuğum zaman ne olacak hiç bilemiyorum. bunlar beni çok sıkıyor, çok bunalıyorum, çok da sıkılıyorum. istersen kuş da vurabiliriz.
19 yaşım; sen ne 18 gibi seksi bir yaşsın, ne de 20 gibi ağırlığı olan bir yaş tam böyle arada kalmışsın yani. ne tam böyle büyük olacağız seninle birlikte ne de küçük, ne böyle herif olabileceğiz ne de eskisi gibi çocuk. tam arafta kalan bir yaşsın ama olsun ben de hiçbir şeyi tam olamadım mesela. 10'lu yaşlarımın sonusun, tamam belki ilki olamadın ama sonusun işte, seni hınzır seni.
ben kendimi bir üniforma halinde hayal edemiyorum ama aynı zamanda onu temsil ediyorsun sevgili 19. yaşım ama merak etme seninle bu politik şeylere girmeyeceğim çünkü anlamıyorum ve anlamadığım şeyler hakkında konuşmaktan her zaman kaçınmışımdır. neyse 19. yaşım nazım hikmet senin için şiirler yazmış, daha ne olsun. bana kimse şiir yazmadı mesela. ben şiir yazmayı denedim ama beceremedim. olsun.
seninle düşlerimi gerçekleştirmeye devam etmek istiyorum. bir uzun metraj, bir de roman. kısa filmlerden de saçma sapan bir ödül bile alsak, tamamdır bu iş. çok mu baskı ve beklenti yükledim üzerine? korkma. olmadı kaçıp gideriz bir yerlere, bu da yeter.
neyse ben susayım, arka fonda çalan şarkı konuşsun; "ne güzel şeysin sen, hep yaşın 19" mazhar abi ne kadar yanılıyor olabilir ki sevgili 19. yaşım? he,unutmadan; daha 19 yaşımda, düşlerimde özgür dünya..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder