Pages

Ferhat, İrem ve Uykum

Çalmakta olan ve çalmakta ısrarlı olan telefonumun sesiyle kendime geldim. Gözlerimi yavaş yavaş açtıktan sonra kimin aradığından daha çok, telefonun saatine bakarak saatin kaç olduğuyla ilgilendim. Saat 03.30'du ve bu saatte kimin niçin aradığını merak ediyordum. Tüm gece bu hafta oynanan tüm maçları bir kez daha izledim, haftanın genel değerlendirmesini yaptım ve çok yoruldum. Eğer bilgisayar başında çalışıyorsanız, vücudunuz yerine beyninizi kullanarak çalışıyorsanız ve tüm bunlara rağmen yorulduğunuzu söylüyorsanız pek inandırıcı gelmiyor olabilir ancak kesinlikle bugün çok yorulmuştum. Sigortalı bir işim var ve insanlar beni beyaz yakalı olarak adlandırıyor ancak ben ise kendime modern köle diyorum. Sonunda telefona baktım arayan Ferhat'tı. Ferhat beni gecenin 03.30'unda arıyordu. Telefonunu açmamaya karar verdim. Bu saatte aradığına göre önemli olabilirdi hatta belki de korkunç bir şeydi. Birini öldürmüş ve benden yardım istiyor olabilirdi. Biri tarafından öldürülesiye dövülmüş ve benden yardım istiyor olabilirdi. Belki yalnızlık canına tak etmişti ve goy goy yapacak birini arıyordu bu kişi de bendim. Ama tüm bunları düşünürken, Ferhat'ın halı saha maçı için beni aradığını düşündüm ve o yüzden uyumak daha doğru geldi.

Telefon çaldı, çaldı, çalmaya devam etti. Bir an sustu, gözlerimi kapattım ve uyumaya hareketlendim. Tam telefon sustuğu zaman bu sefer kurduğum hayaller, kafamın içinde dolaşıp duran düşünceler ve hatırlayıp pişman olduğum geçmişim uyutmadı beni. Uyumam gerektiğini anladığım an, telefonum yine çaldı. Bu sefer mesaj. Bakmamaya karar verdim sonra dayanamadım, aldım telefonu elime gözlerimi hafif hafif kaldırıp mesajı okudum.

"Kardeşim benden bu kadar, Dünya dönmeye devam edecek ama en azından benim için değil veya Dünya dönecek ama ben artık yokum, bu kadar.. Kitaplarım sana emanet, altını çizdiğim cümleleri lütfen dikkatli oku. Film koleksiyonumu Tuna'ya bırakıyorum, izlesin ve görsün film nasıl yapılır. Yazdığım tüm notlarımı, basılan ancak çok satmayan kitabımı ve basılmasa da benim yazdığım kitabı ise ne olur yakın..  Kardeşim beni unutma demiyorum ama eğer olur da aklına gelirsem beni güzel hatırla.."

Ferhat'ın neden intihar notunu SMS yoluyla attığını bilmiyorum, ben olsaydım mektup yazardım. Ben olsaydım mektubum sayfalarca olurdu, herkese bir şeyler demek isterdim ve çok uzun olduğu için kimse okumazdı. Ancak tüm bunları o an için düşünmedim, aklımdan bile geçmedi. Çok korktum, Ferhat'ın intihar etmesinden, kendisine bir şey yapmasından çok korktum. O telefonu açmamam, hayatım boyunca hep aklıma gelecek ve kendimi suçlayıp duracaktım. Biraz önce bakmaya korktuğum telefona odaklandım, gözlerimi açtım hemen ve Ferhat'ı aradım. Ferhat'ın hala hayatta olmasını ve telefonumu açmasını istedim. Ferhat yaşamalıydı, benim hayatımın sonuna kadar pişmanlık duyacağım bir şey olduğu için değil, yakın arkadaşı olduğum için değil, Ferhat'ın yaşamasını düşündüğüm için açmasını istedim. Ferhat değil Ahmet olsaydı, Seren olsaydı, Mehmet olsaydı, Janset olsaydı yine de isterdim. Ancak Tuna olsaydı ister miydim? Bilemiyorum..

Ferhat telefonu açtı. "Kardeşim nerdesin, çabuk söyle. Lan sakın bak, aman oğlum sakın bir şey yapayım deme." dedim telefonu açar açmaz, ilk söylediklerim bu oldu. Sustu. Hemen tekrar girdim devreye "Neredesin? Geliyorum hemen, ne olur bak sakın bir şey yapma lütfen.." Bu sefer cümleyi tam bitirmeden, o girdi cümleye; "Her şeyin başladığı yerdeyim. Henza Akın Çolakoğlu lisesinin önündeyim, Kalafat parkında Duygu'nun ağzına verdiğim merdivenlerin oraya gel." dedi. "Tamam geliyorum sakın bir yere ayrılma" dedim, tam telefonu kapatıp hızlıca koşturmaya başlayacaktım ki Ferhat atladı "Lan gelirken Bomonti al, filtresiz 50 cl biliyorsun.." dedi, alacağımı söyleyip kapattım telefonu.

Artık yaşamak istemediğini söyleyen, intihar edecek biri neden bomonti ister? Eğer ben de böyle bir karar almış olsaydım kesinlikle ölmeden önce içmiş olduğum son şeyin bomonti olmasını isterdim sanırım. Onun da böyle düşünmüş olacağını düşünerek, hızlı hızlı adımlar attığım şehrin karanlık sokaklarında açık tekel aradım. Açık tekel çoktu ancak gecenin bu saatinde bana istediğim biraları verecek bir tekel bulamadım. Kime durumu anlattıysam, arkadaşımın intihar etmek üzere olduğunu ve onun yanına gideceğimi, yanına giderken de bira istediğini söylesem kimse buna inanmıyordu. Tekelin birinde adam bana senarist olmam gerektiğini söyleyip güldü ve dükkandaki bir müşteriye "şimdiki gençler de her şeye bir mazeret buluyor yahu" dedi. "Bey amcacım, bu mazeret falan değil. Dürüst olamayanların ve aptalların mazereti olur, benim mazeretim yok nedenim var. Ayrıca ben yazmayı denedim ancak yazılarım beğenilmedi" tarzı şeyler söylemek istedim ama hiçbir şey demeden geçip gittim. Sonunda bir tekel buldum, biralara doğru gittim ve 6 bomontiyi kaptım cebimdeki tüm parayı verdim. Tam dükkandan çıkarken adam seslendi, "biraları sarayım ve sen de iyi sakla başım belaya girmesin" dedi, teşekkür ettim ve dükkandan çıktım. Yasaklar, bazı insanları birleştiriyor. Sevgili insanlar, birleşin.

Geldim okulun önüne, geçtim karşı kaldırımın parkına ve karanlıkta görmeyen gözlerimle Ferhat'ı aradım. Baktım parkın arka girişindeki merdivenlerin orada oturuyor, önünde 4-5 boş bomonti yıldızlara bakıyor. Gökyüzü iyidir, göğe bakmak falan güzel şeyler deneyin. Birleşin dediğim halde birleşemeyen insanlar en azından gökyüzünü sevin, bulutları falan sevin oğlum işte. Elimdeki sarılı bira poşetleriyle geçtim yanına, otururken dokundum bacağına, gözlerini bana doğru çevirdi ve benden daha çok elimdeki biralarla ilgilendi. Aklıma sadece götü güzel diye ilgi gösterdiğim Merve geldi. Ben Merve isem, elimdeki biralar Merve'nin götüydü. Sırf biralar için Ferhat'ın bana katlanacağını düşündüm o an ve bir birayı kapıp merdivenin uç kısmına getirdikten sonra sert bir vuruşla bira kapağını açmayı başardım. Sustum, Ferhat da sustu. Sessizce oturduk. Sessizce bu dünya üzerindeki en sevdiğim dil. Ancak bu kadar sessizlik, rahatsız veren bir sessizlikti. Takımı yenik durumdayken, daha fazla sorumluluk alması gerektiğinin farkına varan takım kaptanı edasıyla girdim cümleye;

"Ne oldu kardeşim? Ne intiharı? Nereden çıktı şimdi bu?"

"Emre sence ben korkak bir adam mıyım?"

"Hayır oğlum değilsin. Hatırlasana bir kere okulda duvarı deldik, "kim deldi bu duvarı?" diye sorduğunda hoca, "ben deldim hocam" dedin. Korkmadan, gittin Murat hocanın yanına. Biz hepimiz korkuyorduk mesela sen farkında değildin."

"Oğlum ben bu boş şeyleri demiyorum. Ben diyorum ki korkak bir adam mıyım? Sevmediğim bir işte çalışıyorum. Niye para için mi? Sigortam olsun diye mi? Taksitle bir şeyler alıp, o taksiti ödemek için çalışmak zorunda kalayım diye mi çalışıyorum? Ben gezmek istiyorum, dolaşmak, şiirler okumak, filmler izlemek, denize bakmak istiyorum. Ama hangisini yapıyorum? Hiç. Ölmek istedim, ölecektim ama beceremedim. Kendimi öldüremedim. Korkak bir adam mıyım lan ben!?"

Ferhat haklıydı. Hangimiz korkak değiliz ki? Hepimiz korkağız, korkmamız isteniyor, korkalım istiyorlar, toplum bizi korkak kılıyor. Söylemek istediklerimizi söyleyemiyoruz çoğu zaman. Patron kovmasın diye, öğretmen dersten bırakmasın diye, işveren işe alsın diye söylemek istediklerimizi söyleyemiyoruz. Biz korkuyoruz, birilerinin rahatı bozulmasın diye, bu düzeni bozmayıp bu düzen böyle gerektirdiği için korkuyoruz. İnsanların koyduğu kurallardan, insanların koymadığı ama insanların kendine göre yorumladığı kurallardan korkmamız isteniyor. Konservatuar hayalim vardı küçükken ancak vazgeçmiştim. O dönemde bir metin ezberlemiştim ve şey diyordu; "Bilinç böyle korkak ediyor bizi" kesinlikle öyleydi. Ferhat kendini öldürebilirdi bu oldukça mümkündü ancak yapmadı. Artık dayanamayacak noktaya geldiğini düşündü ama yapmadı. Çünkü kendini öldükten sonra ne olacağı konusundaki soru işaretleri, onun intiharından daha fazla onu öldüren bir şeydi. Yapmadı, yapamadı. Bu onu korkak yapar mı? Bilmiyorum. Ben korkak mıyım? Evet. Ben korkağım çünkü en basitinden bir maça gitmiştim. Maçta görevli bir polis, taraftarlardan birine çok kaba konuşmuş, taraftar ona kendisiyle böyle konuşamayacağını söyleyince itiş kakış başlamıştı. Bunu gören topluluk da her topluluk gibi polise doğru yüklendi ve işte kaos bebeğim. Televizyona çıkmıştı bu olay ve bizden futbol teröristleri diye bahsedilmişti. Halbuki futbol teröristi değildik bunu biliyordum. O gün futbol teröristi olarak ilan edilen ben bugün bu tip olaylarda futbol teröristleri demesem bile ona yakın cümleler kuruyorum. Ben de korkağım bu yüzden. Belki bana futbol teröristleri diyen güzel kız da bu durumun böyle olmadığını biliyordu ama o da korkaktı, bilemiyorum. Sanırım gazetelerde ve magazinlerde gördüğümüz en iyi şey ucuz ponografi içeren fotoğraflar ve fotoğraflar galerileri. En azından niyet ve amaçları belli.

Korkak olmadığını söyledim, yine sustuk. Yeni bira açtı o, ben ise biralar ona kalsın diye yavaş yavaş içiyordum. Zaten birayı çok çabuk içmeyi sevmem, bira içerken erken boşalmayı, erken bitirmeyi istemiyorum.

"Ne oldu Ferhat?" dedim. "Neden böyle bir şey yaptın veya düşündün?"
"Aşık oldum Emre" dedi.
"Kime aşık oldun?"
"İrem'e aşık oldum. İrem'i seviyorum Ferhat."
"Ne var bunda aşık olman normal, sen ilk defa aşık olduğunu demiyorsun ki."

"Bu sefer farklı Ferhat" 
dedi, birayı bıraktı ve bana odaklanıp; "Çok seviyorum ulan." dedi.


Sazı eline aldı adlı deyimi kullanmak için en doğru zaman şu zamandı çünkü Ferhat, uzun bir cümlenin geleceğini belli eden doğrulma hareketini yaptı, gözlerini bana dikti;

"Bu sefer çok farklı. İrem çok güzel, Çok güzel gülüyor, öyle güzel gülüyor ki gülünce mutlu oluyorum. Çocukken Tom ve Jerry düşman değil dost olunca bu kadar mutlu oluyordum, o gülünce aynı öyle mutlu oluyorum. Babam 6. sınıfta ortasında istediğim bilgisayar oyununu yüklemişti bilgisayara o zaman da çok mutlu olmuştum, iki hafta hiçbir şey yapmadan hep o oyunu oynadım. Tıpkı onun gibi mutlu oluyorum. O gülünce sanki annem en sevdiğim yemeyi yapmış ve onu yiyormuşum gibi lan. Böyle hep gülsün, hep bakayım, onun güldüğü zamanları göremediğim zaman benim ömrümden geçmesin, onun gülüşünü izlemediğim her saniye ömrümün sonunda uzatma dakikası olarak dördüncü hakemin tabelasında gösterilsin lan.

Bak tamam çoğu kıza aşık olduğumu söylerim çünkü çok güzel kızlar var dışarıda ama bu sefer farklı. Hani hepimizin bir profili var ya, götü güzel olsun, göğsü şöyle olsun, bacağı böyle olsun. İrem'de öyle bir şey yok ama yani profilim falan umurumda değil. Çok güzel gülüyor, çok tatlı, çok güzel. Daha da önemlisi aynı şeyleri düşünüyoruz, aynı şeyleri seviyoruz, aynı şeyleri izleyip, aynı şeyleri dinliyoruz. Hayalimdeki kadın veya hayallerimde yer alacak kadın gibi geliyor bana bilemiyorum. Öyle bir gülüşü ki var ki, her güldüğünde bir kez daha aşık oluyorum ve her seferinde daha büyük bir şekilde."

Ferhat'ın İrem'i anlatması daha fazla uzun sürdü ancak tekrarlamaya başlayınca ve cümlelerindeki anlam, hissettiği sevginin yoğunluğuna ters orantı yapıp düştüğü için dinlemeyi bir yerden sonra bıraktım. Es verdiğini düşündüğün anda ise hemen söze girip, erken davrandım.

"Ee sorun ne peki kardeşim?"
"Sorun şu ki kardeşim; İrem'in sevgilisi var."
"Ne var bunda? Güzel kızların hep bir sevgilisi olur ve asla sen bunlar arasında olmazsın."
"Ne var biliyor musun? Ben kötü bir adam mıyım sence?"
"Hayır değilsin Ferhat. Biraz tuhafsın ve dayanılması zor bir adamsın ama bu kadar sanırım."
"Peki benim ikisinin ayrılmasını istemem beni kötü adam yapar mı? Çok yakışıyorlar, çok mutlular, çok güzeller ama ayrılmasını istiyorum tüm bunlara rağmen. Ayrılsın ve gelsin kollarıma, terlikleriyle.. Sonra Dünya ne tarafa dönerse dönsün, o kollarımda olsun istersen dönmeyi bırakma kararı alsın Dünya, ne fark eder?"
"Kötü adam değilsin kardeşim, seviyorsun o kadar."

Sustu ve ben ise ona bu durumda her aşık gibi yapması gereken tek şeyin beklemek olduğunu söyledim. Beklemek, gerekirse bir deniz kıyısına gidip denize el sallamak ama bir gün o geminin geleceğine dair olan umudunu kaybetmeden beklemek. Gerekirse her gün acı çekip, onun başkasıyla olan mutluluğunun mutlu olmasına yetmeyi öğrenene dek beklemek. Gerekirse hayata onun gülüşüyle tutulup onu böyle güzel güldüren şeyin başkası olduğunu düşününce deliye dönerek beklemek. Zaman her şeyin ilacı mı? Bilmiyorum. Ama beklemek, bu hayata devam edebilmenin en önemli anahtarı, onu biliyorum. Yarınları beklemek, güzel günleri beklemek, gemiyi beklemek.. Beklemek de beklemek..

"Sevgilisinden ayrılsa ne olacak? Beni seveceğinden emin değilim ki.. Hatta beni sevmez, niye sevsin? Ne yapabiliyorum? İstediği gibi biri değilim mesela.. O çok özgüvenli, çok konuşkan ben ise tam tersi. Ben kendi hayal dünyamda yaşıyorum o ise daha büyük bir evde yaşamak istiyor. Gördüğün AVM'ler onun, parklar benim. Özellikle denize yakın olan parklar."

Bu cümlelerden de sıkılmıştım. Ferhat neredeyse her aşık gibi kendini tekrar etme hastalığına yakalanmıştı. Aynı cümleleri kuruyormuş gibi geliyordu ama ona sorsak her cümlenin anlamı farklıydı.

"Ne alakası var oğlum, sen de yazıyorsun. Çok güzel şeyler söylersin kıza, şiirler yazarsın."
"Ben onun için bu Dünya'ya karşı tek başıma savaş da açarım. O ellerimi tutsa hatta onun ellerimden bir gün tutacağını bilsem bugüne kadar tüm lügatlarda kurulmuş en anlamlı cümleleri söylerim ama yok ki öyle bir ihtimal. Hem İrem güzel bir kız, sevgilisi de var. Ona böyle şeyler çok yapılmıştır, ona ne verebilirim ki? Ne vaat ediyorum ki? Hiç."

Konuştuk, sessizce. Sessizlik çok şey anlattı ama Ferhat dayanamadı bozdu, bu sessizliği;

"Onun istediği biri değilim ama o neyse o olurum. Aynı şeyleri seviyoruz hem! Ne olur beni sevse.."
"Eğer seni böyle değil de, istediği gibi biri olacaksan bırak sevmesin, daha iyi.." dedim.

Ferhat sinirlendi. Biraları bitirdi, biraları bitirirken İrem'i çok sevdiğini ama İrem'in şimdiki sevgilisini çok sevdiğini, bu durumun kendisini perişan ettiği hatta bu yüzden ölmenin daha iyi bir ihtimal olduğunu söyledi. Ancak korkak bir adam olduğunu yeniledi ve korktuğu için intihar edememişti. İrem'in şimdiki sevgilisini sevdiği kadar asla kendisini sevmeyeceğini söyledi. Hatta kendisini hiç sevmeyecekti. Bozuk plak gibi aynı şeyleri söyledi.

Gecenin sonunda taksiye binip, onu evine bıraktım sonra kendi evime geçtim. Yatağıma yattım, tavana baktım. Aklıma bir kaç saat sonra uyanacağım geldi ve moralim bozuldu. Yarın iş yerinde Fight Club'daki uykusuzluk problemi çeken Edward Norton oynamak istemiyordum. Bir-iki saat bile hiç yoktan iyiydi. Ve uyumaya karar verdim..

Bugünden sonra ise İrem bir kaç gün sonra sevgilisinden ayrıldı. Artık ne kadar kuvvetli bir gözünün olduğunu anlayamadım Ferhat ile bir ay sonra sevgili oldu. Ferhat ise bu geceden İrem'e anlatmamı istemedi ve ben bu geceyi anlatmadım. Ben ise o günden beri telefonumu kapatıp öyle yatmaya başladım..








**müzik;

bu yazıyı yazarken en çok yaptığım şey replay tuşun basmak oldu. iki şarkı eşliğinde yazdım;




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder