Pages

Televizyonda Gördüğüm Kadın: "Bazen Veda Etmek Gerekir"

Veda etmeye bırakılanlara ve Televizyonda gördüğüm insanlık tarihinin en güzel varlığı Sinem'e.. "Son kez.."

Sinem’in tatili bitmiş, İstanbul’a dönmüş ve bende nasıl olduysa ondan randevuyu kapmıştım.
Güzel bir yerde, en güzel köşe bizim için ayrılmıştı. Masada güzel bir kız olacak, masanın, manzaranın ve gecenin güzel olması lazım ki, biraz sonra karşımda oturacak güzellik sönük kalmasın, benim güzel olmayışım, etkilemesin geceyi.Ben onu beklemeye koyuldum. Bir 15 dakika sonra kapı açıldı, önce topuklu sesi geldi, daha sonra kırmızı topuklu ayakkabısı ile adımı görüldü.Her şey durdu. Yan masadan gelen sahte gülüşler durdu önce, daha sonra yapmacık kadınlar sustu, Boğaz trafiği tamamen durdu. Tüm insanlar soyutlaştı biraz önce, o kaldı bir tek, somut olan tek şeydi.Mekandaki tek gürültü, hızlı atan kalp atışlarım. Ama onları da anlamak lazım, böyle bir güzellik her şeyi yapabilir, öldürebilir bile.

Karşıma oturdu. Gülümsedi.
Öyle güzel gülümsüyordu ki, Emrah Serbes’in “Seninle beraber olunmaz, sana maruz kalınır.” sözü Yekta Kopan seslendirmesi ile kulaklarımda çınladı.
Yekta Kopan’ın bu hikayede ne işi var? İnanın, ben de bilmiyorum. Neyse konu o değil.
O karşıma oturunca bu şehrin, insanların tüm pislikleri umurumda değildi.
Geri zekalı bir fenomen hesabının 17 yaşındaki bir kızla seviştikten sonra konuşmalarını caps atarak yayınlamasına bile küfür etmeyecektim.
Sahi bu tiplerin genelde seveni çoktur. Bir direnişten rant sağlayan, reklam yapan taraftar grubu gibi olan bu insanları, genelde onlar gibileri sever. Sinem de sever.
Benim yanımdan gittikten sonra “senin ağzını öpeyim” gibisinden tweetler atıp, karşılıklı takipleşeceklerini bilsem bile yapmak istediğim tek şey Sinem’i izlemek ve dinlemek.
Çünkü ben onla konuşamıyorum, saçmalıyorum. Saçmalayan birisini kimse dinlemek istemez eğer dikkatini farklı bir yere çekemezsen.
Sinem’i ne kadar çok sevdiğimi anlatmak istemiyorum, anlamayacaktır zaten. Anlamasını da beklemiyorum güzel kızlar böyledir, yetenekli ama zeki olmayan futbolculara benzerler. Futbolcuların yeteneği vardır ama tercihleri hep kötüdür, pas yerine şut, şut yerine pas atarlar. Güzel kızlar da güzeldir ama tercihleri güzellikleri ile doğru orantılı kötü.

Ben onu süzerken, o ise konuşmaya başlıyor.
Dur konuşma! Biraz daha devam etsin bu peri masalı, gerekirse ben güzel arabesk parçalarını bok gibi coverlayan şu grubu bile dinlemeye razıyım. Azcık daha bakayım sana, gecenin nasıl biteceğinin pek önemi yok. İsterse gecenin sonunda ağzı burnu kırılmış bir şekilde, cebinde beş kuruş parası kalmamış, tüm parası alınmış birisi olayım ya da yeni taşındığım ve tek kalacağım pek eşyası olmayan 3+1′lik evde devam edeceğinin de pek önemi yok. Sadece seni biraz daha izleyebilmek, o parfümünü biraz daha koklamak, o kırmızı rujunun tadını biraz daha merak edebilmek istiyorum.
diyemiyorum. Çünkü ona ne zaman konuşmaya kalksam, beceremiyorum.
Ben bir asır bakabileceğim o yüze bakarken, o elini elimin üstüne koyuyor.
Rujunun daha da güzel yaptığı o dudağından; “Bak Tuna, sen gerçekten çok iyisin” cümlesi çıkıyor, cümlenin geri kalanı ile ilgilenmiyorum.
Kendimi bunlara hazırladım tabi ama bu klişeden ölen var yahu!
Devam ediyor, “Sen benden 4 yaş küçüksün, biz seninle olmayız, buraya yakın bir yerde Mustafa adında biriyle bulaşacağım, gelmişken sana bunları bir de yüzüne söylemek istedim” diyor.
“Umarım o buluşacağın adam, bir televizyon kanalındaki yarışma programına çıkar ve ilk sorudan elenir ve tüm ülkeye göt olduğu ile kalır inşallah!” diye bağırıyorum ve ekliyorum; “Ama bu ona yetmez, hala utanmadan konuşabilir, takipçi kasmaya çalışabilir ve ne kadar geri zekalı kız varsa hala fan görllüğünü yapar!” diyorum.
En azından aklımdan geçiriyorum bunları.
O ise bana bakıyor. Diğer masada oturan tüm insanlar bize bakıyor, arkamdaki boğaz trafiğinde “ah be İstanbul, trafiğin olmasa Sinem kadar güzelsin.” diyen insanlar bile oradan bize bakıyorlar.
Çok yaratıcı küfürlerim var ama sana hiçbirini söylemek istemiyorum. Sen sanki konuşmalarımızı sana yazamadığım yazıları caps alıp, senle tek derdi seni becerebilmek olan bir geri zekalıya atıp, benimle dalga geçeceksin gibi duruyorsun ama olsun.
Küfür etmeye gerek yok ama sen de edebiyatı seviyorum deme. Çünkü edebiyatı sevseydin bilirdin ki, “aşık bir adam üzülmez, çünkü üzersen bir daha mutlu olamazsın.”
Kalkacak gibi olurken, en sonunda konuşabiliyorum.
Sinem senden sadece bir şey isteyebilir miyim? Ne olur, sadece ilk ve son kez? Merak etme aşkıma karşılık filan istemeyeceğim.”
Tamam” diyor..
“Bana bir kez olsun, ‘seni seviyorum’ der misin?
Anlamamış bir şekilde bakıyor bana..
Bana ‘seni seviyorum’ de” diyorum, emir kipi kullanmak senin gibi kızlarda işe yarar çünkü.
Kafanı öne eğip, o kusursuz ellerinle başını tutuyorsun bir an.
Seni seviyorum de ulan!” diye bağırıyorum. Bu sefer gerçekten herkes bize bakıyor. Tüm gözler bize çevriliyor. Sessiz bir adamın, böyle anları özeldir. Herkes korkar, herkes şaşırır.
Kafanı kaldırıp, biraz bana bakıyor.. Ve ağzından bir cümle çıkıyor;
Seni seviyorum..”
Yalan söylüyorsun!” diyorum..
Onur Ünlü’nün tüm filmlerini izledim, bırak şu klişeyi kullanayım ben de, hem biraz sonra kendi hayatının en güzel varlığı çekip gidecekken, en azından yalandan da olsa “seni seviyorum” dediğini duymak kimin hoşuna gitmez ki?
Tamam” diyorum, “şimdi kime gitmek istiyorsan git, ne yapmak istiyorsan yap. Eski sevgililerinin arkadaşları haklı, sen insanı öldürürsün lan! Hayatının amına koyarsın hem de.

Ayağa kalkıyor, masada duran çantasını eline alıyor ve daha sonra minisinin o pürüzsüz bacağı ile birleşen yere götürüyor.
Her şey için teşekkür ederim Tuna, o yazamadığın yazılar için bile” diyor ayağa kalkıyor ve ekliyor; “hesabı ben ödeyim istersen?
Sinem bir erkeğin yanında nasıl davranılır, ilk önce onu öğren. Benim olduğum bir masada hiçbir kız hesap ödeyemez” diyorum.
O da çekip gidiyor.
Biraz önce çekip giden o değilmiş gibi sanki. Kalbimin normal bir kalp gibi atmasını sağlayan tek şeymiş de, o gidince kalbimin atmasına neden olacak hiçbir şey kalmamış gibi.
Kalbim benim kadar gururlu değil ki, konu aşk olunca ben de olamıyorum. Neyse aklıma onun sayesinde geçirdiğim hayatımın en güzel 23 dakikası geliyor, gülümsüyorum.
Gülümserken, “Bu hain, aşağılık dünyanın gemisi batarken gururla gülümseyebilenlere ne mutlu! Ne mutlu aşkları yüzünden haysiyetlerini kaybetmeyi göze alabilen adamlara!” diyen Emrah Serbes geliyor.
O söz bir an için, Sinan Akçıl tarafından seslendiriliyor..
Düşünün artık! Başlangıç ile son arasında ne kadar fark var. Gece ile gündüz gibi, ben ile Sinem, Yekta Kopan’ın sesi ile Sinan Akçıl’ın sesi arasındaki fark gibi neredeyse!

Sabah oluyor, ben uyanıyorum.
Yanımda ismini bilmediğim bir kadın, isminin ne olduğuna, neden çıplak olduğuna dair en ufak bir bilgim bile yok.
Gecenin nasıl başladığını, benim için nasıl bittiğini hatırlıyorum ama bu yeni evime nasıl geldik? Bu kadın kim bilmiyorum..
Pek de önemi yok zaten.
Bazı hikayelerin mutsuz sonla bitmesi de güzeldir. Çünkü bu mutsuz sonlar, alınan mağlubiyetin ardından başlayacak olan galibiyet serisinin gelmesi gibi, yeni bir hikayeyi, mutlu sonla biten hikayeleri beraberinde getirir.
Peki, Sinem’i bana getirir mi? Orası biraz zor işte..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder