Emre Kacan'a ve yeri hep ayrı kalacak Buse Evcin'e..
Avustralya’da yaşayan teyzem ve kuzenlerimin gelmesine daha 5 gün vardı. Ben onlar için Bağdat Caddesinden dayalı, döşeli kiraladığımız evde tek başıma kalıyordum. Kız filan atmamıştım, bir diz üstü bilgisayar, bir kaç hüzünlü şarkı ve bir içecek dışında pek bir şeye ihtiyacım yoktu.
Küçük teyzem aradı, evi dağıtıp dağıtmadığımı sordu. Dün Emre bizde kalmıştı, pek dağıtmamıştık yani Emre benim tam tersime derli toplu bir çocuktur, belki de ondan dolayı. Evi dağıtmadığımı söyledim, çorabımın teki ile diğer teki arasında İstanbul ile Kars arasındaki mesafe olduğunu bildi ama olsun, o benim bir klişemdi, kendi klişemden de vazgeçmek pek kolay değil.
Teyzem faturalı hattından, kontorlüye geçmiş, kısa kestik, konuşmayı. Tam kolamdan bir yudum içerken, önce Sıla daha sonra kapı çaldı. Daha yeni geldik, şuraya, kim bu davetsiz misafir? diye kendime soru sorarken, kapıya doğru yöneldim. Girişte aynadan yine korktum, uzun zamandır aynalarla pek aram yok, barışık değilim yani, onun da beni sevdiğini pek düşünmüyorum.
Aynanın tam karşısında bulunan kapıyı açtım, yine kim o? demeyi unuttum ama olsun. Gelen Emre idi. “Oğlum daha dün beraber kalmadık mı? Beni mi özledin?” diye sordum, nefes nefeseydi, iki eli kapıya tutulmuş bir şekilde hızlıca nefes alıp veriyordu. Bir kaç ay antrenman yapmadan, 90 dakika maça çıkan futbolcu gibiydi. Bana bakınca, “ne oldu?” dedim, en yakın arkadaşımdı, insanlara karşı duyarlılığım pek yoktur ama daha fazla kayıtsız kalamadım. Ayakkabını al eline, hemen girişteki ayna ile kapı arasındaki ayakkabılığa koy, içeri geç, su getireyim ben de dedim, içeri geçti.
Televizyonun karşısındaki yatağa benzeyen tekli koltuğa oturdu, nefes alması biraz daha düzelmiş ama hala klasik Emre değildi yani sizde en yakın arkadaşınızı anlarsınız sonuçta, Emre gülmüyorsa bir bokluk vardır. Suyu verdim, bir yudum aldı, yanında masa bulamadığı için yere koydu elindeki bardağı. Karşısındaki üçlü koltuğa oturdum, yüzüne doğru baktım.
“Ne oldu Emre?”
“Buse’nin yanına gittim bugün işten sonra.”
“Ne oldu? Ne dedi?”
“Konuşamadık otobüs kaçacakmış, bir 30 dakika daha beklemek istemiyormuş.”
“Ne var bunda?”
“Ne demek ne var bunda? Ben ta onun için Bağlarbaşı’ndan Uzunçayır’a geliyorum, Göztepe’ye kadar yürüyorum ama o otobüsü kaçırmamak için benle konuşmak istemiyor.”
“Acelesi vardır.”
“Benim de var, acele ona ihtiyacım var.”
“Yani? Ne oldu?”
“Bende ona kızdım, otobüs bekledim, yürümeyeyim aynı yolu diye, 30 dakika sonra geldi. Yürüsem metrobüs durağına varmıştım, boşuna bekledim yani.”
“He, cenabetsen demek ki”
“Metrobüs durağında indim, eve geçtim. Buse’ye kızdım, acısını bizimkilerden çıkarttım. Kavga ettik.”
“Niye?”
“Bir hafta sonra sınavım var, ben eve gelmiyormuşum.”
“He, haklılar. Dün burada kaldın, benim bahanem ile Buse için her gün bizim yakaya geliyorsun.”
“Çünkü seviyorum.”
“Ama ne Buse, ne de ailen biliyor be oğlum, kendine yazık değil mi?”
“Değil çünkü ben biliyorum onu çok sevdiğimi ve onun için bir şeyler yapma arzusu var o bilmese de. örneğin üşüdüğünde bu şehri yakmak, korktuğu bir filmde sarılacak birini aradığı zaman hemen yanında olmak, onu yanımda istediğim her an bizim evden, onların eve kadar koşmak istiyorum, ben geldiğimde camdan bana gülümseyerek kapıyı açmasını istiyorum.”
“Emre en iyi seni ben anlarım ama bugün yani sen bana bunları anlatınca bana yalandan teselli vermeye çalışanları anladım, sana onlar gibi olmak istemiyorum, elimden bir şey gelmiyor, akıl da veremiyorum. Malum kelin ilacı olsa… Yapabileceğim tek şey seni dinlemek, derdine ortak olmak, biraz hüzünlenmek, adaptandır bir şeyler ikram edip, belki derdini unutturabilecek bir muhabbet açmak ama istersen sen geç içeri yat, uyuma, düşün, hüzünlen daha sonra düşünürken, uyuya kal. Ben öyle yapıyorum.”
“Rahatlatır mı?”
“Rahatlatmaz, unutturmaz da, zaman öldürür, içindekileri değil. Hayal ederken de, o sana kalmış.”
Emre öyle bir hüzünle kaplanmıştı ki, %70′i su ise geri kalanının hüzünle kaplı olduğunu düşünmeye başladım. Ne desem boştu, onu çok iyi anlıyordum. Genelde onun yerinde olan hep ben olurdum, bu sefer rolleri değiştirmiştik, ona hak verdim. Hüzün dolu birine bir şey iyi gelmiyor, ne yaparsan yap gelmiyor. Belki o sana iyi geliyormuş gibi gösteriyor, gülüyor ama iyi gelmiyor. Ben genelde Emre’nin yerinde olduğum için biliyordum, belki o benim yerimde olmadığı için bilmiyordu, o yüzden neden onu dinlemek, ona bir kaç öğüt tadında sözler söylemediğimi merak ediyordur, ama olsun. Emre yatak odasına doğru giderken -kendi yerimi vermem, televizyon karşısında hayal etmeyi uymayı bırakamam- seslendim.
“Emre” dedim, “bu arada neden nefes nefese kaldın? Bu sefer de ailene kızıp, buraya mı koşarak geldin?”
“Yok, metrobüsten inip taksiye bindim. Kavşakta indim, oradan da 2 köpek koştu peşimden, zor attım kendimi apartmana.
Bu arada arkamdan köpek koşarken, bizi peşinden koşturan kızları anladım, ne kadar koşarsak o kadar kaçacaklarını.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder