Pages

"Ama ben de sinema yapmak istiyorum.."

Cafercan sessiz, sakin bir çocuktu. 18 yaşına yeni girmişti ve hayalleri vardı. Sinema yapmak istiyordu çünkü sinemayı kendi derdini anlatma olarak görüyordu. Hayalleri vardı, çok izlenmiş bir filme sahip olmasa bile iyi filmler yapmak istiyordu. Cannes'da ödül almak, Avrupa'da ödüllü bir yönetmen olmak hatta belki Oscar kazanmak. Bunların hepsi büyük bir hayaldi, yaşadığı çevresinde kimle paylaşırsa paylaşsın kimsenin ciddiye almayacağı hayallerdi. Ama Cafercan her şeye rağmen, herkese rağmen bunun için çalışacaktı, kafasına koymuştu, imkansıza yakındı ama imkansız değildi. En azından Xavier Dolan'a "Sen mi büyüksün ben mi?" diye sormak istiyordu.

Burak Aksak'ın OT dergisinde yazdığı "Ama Ben Oyuncu Olmak İstiyorum" yazısını okuduktan sonra yatağına yatıp, telefondan çalan müzikle beraber kafasında kurduğu senaryolardan birini yine kendi kafasında yönetti. Kendi kafasında yarattığı tüm karakterler, tüm konular sanki hep birbirinin parçası gibiydi. Acaba "ben yeteneksiz miyim?" diye soruyordu kendi kendine, boktan bir şeyler yazabiliyordu ama yönetmenliğe dair hiçbir şey bilmiyordu. Cafercan okudu, yazdı, not tuttu, araştırdı. Güzel kitaplar okuyup, güzel filmler izliyordu. Kendini geliştirmeye çalışıyordu çünkü bu hayatta hiçbir şey beceremediği düşünürken en çok yapmak istediği şeyi, sinemayı en iyi şekilde yapmak istiyordu.

Uyandı. Uyandıktan sonra çekimlerin başladığını duyduğu ilk günden beri merakla beklediği filmin galasına katılmak adına harekete geçti. Severek izlediği dizinin senaristi ilk filmini yazıp, yönetecekti ve o yönetmenden bile çok heyecanlanıyordu. Çünkü büyüyünce o olmak istiyordu, onun gibi olmak istiyordu. O galaya gitmek için tanıdığı kim varsa, tırnaklarını kazıyarak kendi başına tanıdığı insanların aracılığıyla daha önceden muhabbeti olduğu filmin yönetmenine ulaştı ve onunla konuştu. Daha sonra galaya davet edildi. Galaya davet edilmesi ve hem de olmak istediği örnek aldığı biri tarafından davet edilmesi insanlık adına küçük bir adım olsa da onun için büyük bir adımdı.

Gala günü geldi. Heyecanına heyecan eklendi. Galaya gitti..

Galaya gittiği zaman filmi izlemeden önce oradaki kalabalığı gözlemlemeye başladı. Sadece gözlemledi. Konuşmalara dikkat etti, kimin ne dediğine, konuşmalara, konuşanlara baktı. Bakıp bakıp analiz etti.. Onları izlerken Burak Aksak'ın yazdığı o yazı aklına geldi. "Ama ben oyuncu olmak istiyorum" yazısındaki tüm duyguları birebir yaşıyordu. Galanın dört bir yanını samimiyetsizlik sarmıştı. En entelektüel olana sanki ödül verecekmiş gibi konuşmaları, dünyanın kendi etrafında döndüklerini sanması ve bir çok diğer unsur bunun en büyük nedeniydi. Leyla ile Mecnun'da Yavuz'un yaptığı konuşmayı yapmamak için kendini zor tuttu. (Şu linkte mevcut)

Televizyonda gördüğü ünlüler geldi, geçti, önünden.. Kimileriyle fotoğraf çektirdi, kimilerinin gitmesine izin vererek, fotoğraf çektirmeyi kendisi istemedi. Çok sevdiği Ahmet ve Murat ikilisi onunla fotoğraf çektirmedi hem de 2 kez demesine rağmen o yüzden onlara çok sinirlendi. Onur Ünlü hocayı gördü, onu da çok seviyordu ve onun gibi olmak istiyordu. Onur hoca onu tanıdı, "sen de mi buradasın" lan dedi onu görünce, Behzat Ç.'nin yazarı Mehmet Ercan Erdem'i gördü yanına gitti onunla daha önce konuşmuşlardı ama ilk kez yüz yüze geliyorlardı. Onun haricinde Selçuk Aydemir, Yılmaz Erdoğan, Belçim Bilgin gibi daha bir çok ünlü önünden geçip gitti ve hepsiyle konuştu..

Filmi izledi, film beklediği gibiydi. Çok iyi filmdi ve bir kez daha hayran kalmıştı.. Filmde masaldan çıkan kıza aşık olan içine kapanık bir minibüsçünün yaşadığı aşk konu alınmıştı. Yerinde olan esprileri, oyunculuk, oyuncu kadrosu, zeki esprileri ve bir bütün olarak baktığımız zaman küçük hatalara rağmen harika bir filmdi.

Filmden sonra tüm oyuncularla yeniden bir araya geldi. Esas oğlan, esas kadın, çok büyük hayran olduğu filmin senaristi ve yönetmeni, orada bulunan tüm ünlüler.. Konuştu, fotoğraf çektirdi. Ahmet ve Murat ikilisi yine onu kırdı, hızlıca yanından giderek fotoğraf çektirmediler. Yine çok kızmıştı Cafercan, daha sonra o filmin senaristi ve yönetmeni "kardeşim gitme partiye gel, orada fotoğraf çektiririz" diyerek onunla yakından ilgilenmişti. Daha sonra o da örnek aldığı o insanı dinlemeden edemedi ve gala sonrası partiye gitti..

Parti başladı, partide önünden geçen servislere, bedavaya içkilere, her tarafını sarmış ünlülerle eğlenmeye başladı. Dans ederken ayağını arkasından geçen Yılmaz Erdoğan'a vurmuştu, Güpse Özay ile çarpıştı. Gürkan Uygun'u görünce korktu ama konuşunca aslında öyle biri olmadığını anladı. Bedava olan içki servisinden aldığı içkilerin birisi gidip, birisi geliyordu. Cafercan bira dışında hiçbir şey içmedi, yanındaki en yakın arkadaşı 10'u bulan viski-votka karışımı yaptı. Eğlendiler. Uzun zamandır hiçbir zaman kendini bir yere ait hissedemeyen Cafercan ilk defa kendini bir yere ait hissetti, orada olması gerekiyordu, bunu anlamıştı.

Biralar gidip geldikçe, ortam daha farklı olmaya başladı. Herkes birbiriyle daha yakın oldu, mekan işletmecileri dışında neredeyse tek ünsüz olan Cafercan ve arkadaşı eğlenmeye devam ettiler. Daha sonra sigara içilebilen alanda daha az olan alanda, daha fazla insan vardı. Fotoğraf çekilirken geç kaldığı için "mesajlara girmiş olmayasan" diyen Ertan Saban kendisinin yanına gelip "La oğlum niye özür dileyip duruyon benden, sakin olsana.." demişti. Kendisi gibi bira içen Mehmet Ercan Erdem, elindeki şişeyi onun şişesini vurmuştu ve bu da onun için ne denli muhteşem olduğunu anlatmak istese kimseye anlatamazdı. Yılmaz Erdoğan - Onur Ünlü - Murat ve Ahmet dörtlüsü konuşurken Cafercan onlara yaklaştı. Kulağı bir yandan da onlardaydı, onları dinledi.

Daha sonra Ahmet ile göz göze gelip durdu, ona kızgın olduğu için sert sert baktı. Ahmet ilk olarak Cafercan'a tuvaletin yerini sordu daha sonra da tuvalete yalnız başına gitmek istemediğini söyleyerek şaka yaptı. Ahmet tuvaletten geldiği sırada ortamda şakalar yaptıktan sonra Cafercan'ın yanına geldi. Ve ona tatlılıktan ölüyormuş gibi yaptığı bakışıyla "La oğlum seni çok kırdım di mi? Gel fotoğraf çektirelim" dedi.. İşte bu an Cafercan'ın hayatındaki en güzel anların başında geliyordu. O fotoğrafı çekildikten sonra kendisini dünyanın en mutlu adamı hissetti. Hatta hissetmiyordu, dünyanın en mutlu adamı o an için oydu. Daha sonra Murat'ın yanına gitti, konuşmaya başladılar. Konuştular daha sonra Murat alnından öperek, "adamsın" dedi, "adamsın.."

Bunlar olup biterken Cafercan'ı Yılmaz Erdoğan çağırdı. Onun yanındakiler Cafercan'a sorular sorarken, Yılmaz hoca da "Sen bu işi yapmaya devam et, devam et ki bizde gelecekten ümitli olalım" dedi. Bunun ne kadar önemli bir şey olduğunu anlatmak için bir ansiklopedi yazabilirdi ancak yine de yaşadığı mutluluğu tarif edemezdi. O an için öyle mutluydu ki, "ulan derdimi anlatacak filmler yapayım yine ama gişe filmleri de mi yapsam?" diye düşünmeden edemedi. Hayat onun için buydu, saygı duyulmak istiyordu, saygı duyulan olmak istiyordu. Daha sonra Onur Ünlü durup dururken Cafercan ve arkadaşına bakıp "ne yapıyorsunuz lan gundiler" dedi, tüm gece böyle devam etti. Güzeldi. Tıpkı biraz önce izlediği filmdeki gibi masaldan çıkmış gibiydi, masal olsa güzel olurdu ama gerçek olduğu için daha güzeldi.

Gece bitti.. Gökçe Bahadır çıkarken "iyi geceler canım" dedi. Oradaki tüm davetliler bu sempatik ve meraklı gözlerle etrafa bakıp duran genci daha doğrusu çocuğu sevip, iyi geceler diledi. Cafercan eve giderken Burak Aksak'ı gördü. "Abi" dedi "Biliyor musun? Bir yazı yazmıştın 'Ama ben oyuncu olmak istiyorum' diye, aynı o yazıdaki duyguları hissettim. Bir gün ben de senin gibi olmak istiyordum." dedi. Burak Aksak ile konuştuktan sonra Mecidiyeköy'deki ofislerine gitmek için taksiye bindiler. Taksiye binerken arkasındaki kendisi gibi taksi bekleyen insanlara baktı; "Seni yeneceğim Xavier Dolan" dedi ve kapıyı kapatıp en güzel gecesinin bittiğinin farkına vardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder