Pages

Yönetmen Değil Yönetemeyen'in Gözünden Sinema

"Neden sinema? Neden yönetmenlik?" hayatımda anlamadığım şekilde insanlar bu soruları bana soruyor ve ben de onlara cevap vermeye üşendiğim için cevap vermiyorum. Ancak en azından kendime bu soruları sorup, bu sorulara cevap vermek istediğim için bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Eğer bana 10 yaşımda "büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diye sormuş olsaydınız muhtemelen "tiyatrocu" cevabını duyacaktınız, bakın "oyuncu" olmak değil, tiyatrocu olmak istiyordum. Çünkü tiyatronun büyüsü her zaman bana daha cazip gelmişti. 17 yaşıma geldiğim zaman ise daha sessiz, daha içine kapanık bir çocuk olmuştum.Ve yeni yeni yazmaya başlamıştım. İçime kapandıkça mı yazmaya başladım yoksa yazmaya başladıkça mı içime kapandım bilemiyorum. Şimdi bana soracak olursanız ise yönetmen olmayı düşünüyorum. Çünkü yönetmen olmadıktan sonra o film, senin filmin olmuyor ne yazık ki. Daha doğrusu kendim bir şeyler yazıp, yönetmek istiyorum ve eğer becerebilirsem oynamak istiyorum. Çok yetenekli olduğum için değil sadece bunların beni mutlu edeceğini bildiğim için, yapmak istediğim için istiyorum..


“Sinema bana ortaya bir mesele koyma, hayat hakkında anlatılması da biraz zor, belki genel anlamda çok kabul edilmeyen, ideolojik ve kabul görmüş egemen algıların dışında, bir şeyler yapma fırsat ve özgürlüğü veriyor. Bunun için sinema yapıyorum. Ve sinemanın benim için en değerli, mucizevi yanı da bu. Ortaya bir mesele koyup, bir şeyler anlatabilmek için bir anlamda, yol olarak karakter ve öykü yazıyorum. Belirli bir şeyi anlatmak çok da bana göre bir şey değil. Ki yeterince anlatılıyor. Zulümler, sınıfsal konular vs sinemada yeterince anlatılıyor. Ben de belki bunların arkasında olabilecek, daha muğlâk, daha benim de anlayamadığım şeyleri anlatmaya çalışıyorum. Bir tür anlama çabası gibi…”

                                                                                   (Zeki Demirkubuz)



Neden Sinema?

Çocukluktan bu yana yapmayı en çok sevdiğim şey, film izlemekti ve ben büyüdüm hala da yapmayı en çok sevdiğim şey film izlemek. Sinemanın beni çeken çok güçlü bir büyüsü olduğunu düşünüyorum. Sinema yapmak istiyorum çünkü bir şeyler anlatmak istiyorum. Sinema yapmak istiyorum çünkü insanlara karşı ne diyeceğimi bilemiyorum. Sinema yapmak istiyorum çünkü başka bir şey yapamıyorum. Belki iyi bir sinemacı olamasam bile sinema yapmak istiyorum çünkü sinema dışında bir şeyler yapmanın beni mutlu etmeyeceğini çok iyi biliyorum.

"Neden Sinema?" sorusunun cevabını ise kendime bile veremedim. Nedeni olmadığı için değil, söyleyemeyeceğim için cevabını veremiyorum. Bu tıpkı, tuttuğunuz bir takımı neden tuttuğunu söylemek gibi olur. Yani ben Galatasaraylıyım, o kaybettiği zaman hala zaman zaman ağlarım, çok sinirli olurum bir yerlere vururum, küfür ede ede maç izlerim, deli gibi heyecanlanır, en çok dua ettiğim zaman Galatasaray'ın maçları olur. Ancak tüm bunlara rağmen neden Galatasaray diye sorarsanız, buna da net bir şey söyleyemem. Sinemanın da böyle bir şey olduğunu düşünüyorum.

"Neden sinema?" sorusunun cevabını veremesem bile hayatımın sonuna kadar sinemanın benimle olacağını ve benim kalbimin atmadığı zaman değil sinema yapmadığım zaman öleceğimi biliyorum. Sinemanın eğer sinema yapmadan yaşayamıyor durumunda iseniz, yapmanız gereken bir şey olduğunu aksi durumda yapılamayacak bir şey olduğunu düşünüyorum.  O yüzden siyah bir başlıkla belirtmeme gerek olmadan, ayrı bir başlık altında incelemeden sinema hobi olarak yapılmaz, sen altın bileziğini al sinemayı hobi olarak yaparsın diyenlere bunu söylemem daha uygun olur.

"Sanıyorum ki sinema yapmamın başlıca iki sebebi var. Birincisi kendimi ifade etmekte, dolayısıyla iletişim kurmakta hep zorlanmış olmam. Başka bir deyişle, film yapıyorum çünkü konuşmayı bilmiyorum. Filmlerim de benimle, dış dünya arasında bir köprü kurmamı sağlıyor. Diğer neden ise; dünya, insanlar ve kendim hakkında yeni şeyler keşfetmeyi hep sevdim."

"BEN DE BURADAYIM" DEME ARACI SİNEMA

Hayatımda insanlarla iletişim kurmam gün geçtikçe daha kolay olması gerekirken, daha zor olmaya başladı. İletişim kurmakta daha zorlanan biri oldum. Yani insanlarla doğru konuşabilmem için, rahat olabilmem için oldukça fazla bir zaman geçirmem gerekiyor, aksi takdirde ne diyeceğimi bilemiyorum. Konuşmayı pek beceremediğim için yazmayı daha çok seviyorum ve sanırım bu yüzden yazıyorum.  Bir nevi hayattan intikamımı yazarak alıyorum. İnsanlarla yazarak iletişim kuruyorum. İnsanların çok konuşması veya benim onların yanında çok fazla sessiz olmam gibi bazı sorunları yazarak çözebiliyorum. Yazarken hem rahatlıyorum hem deliriyorum. Ben bunları yaza yaza mı delirdim yoksa delirdiğim için mi yazıyorum bilemeyeceğim ve bu polemiğe girmek istemiyorum. Yazıyorum çünkü yazarken mutlu oluyorum.

Sinema ise yazmaktan daha çekici geliyor bana. Çünkü sinema yaparken de yazmanız mümkün oluyor ancak yazarak sinema yapmanız mümkün olmuyor. Sinemayı da yazmayı da seviyorum daha fazla açmak istemiyorum. Sadece yazmak mastürbasyon ise, sinema sekstir.

Bir duvar yazısında "Ben de buradayım <3" yazıyordu ve o duvar yazısını çok beğenmiştim. Benim için sinemada bu anlama geliyor. İnsanların yanından sessizce çekip giderken, sinemayla en azından insanlarla konuşabilirim gibi geliyor. Çok severek okuduğum bir yönetmenlik kitabında, adını hatırlamadığım için üzgün olduğum çok değerli bir yönetmenin de dediği gibi; "Sinema benimle dış dünya arasında bir köprü kurmamı sağlıyor."


"İnsanlar bana film okuluna gidip gitmediğimi sorduklarında onlara: ‘Hayır, filmlere gittim’ diyorum."

                                                                                     (Quentin Tarantino)
ÇOK OKUMAM, ÇOK YAZMAM VE ÇOK İZLEMEM GEREK

Kendimi geliştirmek istiyorum ve her anlamda bunun için çabalıyorum. Bana göre her insanın amacı bu yönde olmalı. Dediğim şey daha lüks yerlerde ne yapılacağını daha iyi bilmek veya yeni yeni lügatımıza giren yabancı kökenli kelimeleri bilmek değil. Daha farklı, daha gerekli şeyler. Kendimi geliştirmek için hep okuma halindeyim ancak daha okumam gerekiyor. Bir şeyler yazıyorum ama daha fazla yazmam gerekiyor. Hala iyi yazamıyorum ama bunu eskisine göre daha iyi yapıyorum. Çok film izliyorum ama daha fazla izlemem gerek. Bunların hepsinin farkındayım ve bunun için çabalıyorum.

Hem iyi bir yazar veya iyi bir senarist olmam için çok fazla okumam gerektiğini biliyorum ve bunun için çok çabalıyorum. Okuma alışkanlığımı liseden atıldıktan sonra kazandığım için geçen yılların acısını almak istiyorum ve bu yüzden biraz daha zamana ihtiyacım var. Freud'u daha iyi anlamam gerektiğini ve bu yüzden onu daha fazla okumam gerektiğini biliyorum. Bu ülkede bir-iki kişi dışında iyi bir senarist bulmak, oldukça zor. Bana göre ülkemizin sinemadaki en büyük sorunu, senaristler.

Çok fazla film izliyorum günde en az bir-iki tane film izlerim ama bazı zamanlar oluyor ki günde 5 film izlediğim bile oluyor. Film izlerken notlar alıyorum, şöyle bir çekim olmuş, şöyle bir plan var. Şu filmdeki renkler çok iyi. Eğitim sistemi bana geri zekalı olduğumu hissettirdiği için sinemanın eğitimini alamazsam eğer bu anlamda kendimi eğitmek istiyorum. İzlediğim her film yönetmenlik ve oyunculuk açısından bana çok şey katıyor. İzlediğim için pişman olduğum bir filmde yönetmenin bir sahnedeki farklılığı bana çok şey katabiliyor veya çok fazla üzerinde durmadığım oyunculuğumu geliştirmem için bile bir oyuncunun performansı beni çok etkileyip, bana çok şey gösterebiliyor. Hepsini not ediyorum çünkü unutkan bir adamım ve sinema eğitimim sinema bölümü değil sinema filmleri olacak.

Benim izlediğim filmleri arkadaşlarıma izletmeye kalksam muhtemelen film bittiğinde beni evire çevire çok güzel döverler ve gücüm de yetmeyeceği için karşılık da veremem. Festival filmlerini daha çok seviyorum, gişe filmlerine arkadaşlarımı kırmamak için veya bir kızla yiyişmek için gidiyorum ne yazık ki. Ben daha çok gerçekçi insani hikayelerin bulunduğu filmleri çok seviyorum. Hüzün, dram, insan psikolojisi, bunlar beni daha çok cezbediyor. Popülist işleri sevmiyorum ve kesinlikle izlemek istemiyorum ancak onları izlemediğimi söylersem yalan olur. Onları da izliyorum çünkü ortamlarda konuşmak durumunda kalıyoruz ister istemez ve popüler kültür dediğimiz o illet bir nevi beni de böyle arasına alıyor ama ben olabildiğimce uzak kalmak istiyorum. Ancak popüler işleri de izlemem gerek çünkü piyasada nelerin iş yaptığını bileyim. Medcezir adlı vasatlar vasatı, kötülerin kötüsü, basit ucuz bir diziyi bile izliyorum. Çünkü piyasada dönen işleri görmem gerekiyor.


“Yönetmeni hissetmek istemiyorum, senaryoyu hissetmek istemiyorum, oyuncuların oynadıklarını hissetmek istemiyorum. Bir mevzuya şahitlik etmek istiyorum."
                                                                                    (Ali Atay)

SİNEMA YAPARSAN AÇ KALIRSIN

Bugün sinema yapmak isteyen herkesin duyduğu her cümle aç kalırsın olur ve ben kime sinema yapmak istediğimi söylesem aç kalabileceğimi söylediler. Sinema yapmak sizi aç bırakmaz diyemiyorum bırakabilir hatta büyük ihtimalle bırakacaktır ancak sinema sizi hiç olmadığınız kadar mutlu edecektir, bunun garantisini vermem mümkün. En azından ben sinema yapıp aç da kalacak olsam, sinema yaptığım için mutlu olacağım. Sinema yapıp aç mı kalmak beni mutlu edecek yoksa tok olup sinema yapamamak mı? Sorulması gereken soru bu, cevabı ise bana göre sinema yapıp aç kalmak beni daha çok cezbediyor.

Sinemada en sevmediğim şey, vasat sevicilik. Anlamadığım bir şekilde vasat işler her zaman daha iyi iş yapıyor. Ben arkadaşlarıma Onur Ünlü'nün filmlerinden bahsettiğim zaman tanımıyorlardı, Allah'tan Leyla ile Mecnun işi yapıldı da Onur hocayı şimdi tanımaya başladılar. Bizim sinemamızda iğrenç bir eğilim var, vasatlık seviliyor. Belki ben de çok kötü bir iş yapacağım ama en azından onlar gibi bir şey yapmak istemiyorum, bu bana yetiyor. Komedi film tufanı var ülkemizde ve komik olması için yapılan filmlerin hepsi pornografiden oluşuyor ayrıca komik değiller. Pornografi derken seks sahnelerinden bahsetmiyorum, keşke öyle olsa ama daha farklı bir pornografi bu, ucuz pornografi ve bunların iş yapmasını bir türlü anlayamıyorum.

Örneğin vine çeken adam yazıyor bir senaryo, buluyor bir parası olan adam çekiyor filmini. O film iyi filmlerden daha fazla kopya ve sinema salonuyla daha fazla seyirci çekiyor. Bu böyle oldukça tabi ki aç kalırım, eğer tok olan kitle o kitle olacaksa, aç kalan kitleden olmayı çok isterim. Ne yazık ki bu ülkede popülist bir iş yapmazsan aç kalırsın. Dizi veya popülist bir iş ortaya koyman şart kere şart yoksa bir şeyler yapmak için uğraşır durursun.

Film çekmek insanın farklı yaşlarda kendi fotoğrafını çekmesi gibi bir şey. hepsi farklı görünür, ama aslında hepsi aynıdır.
                                                                              (Wong Kar-Wai)
YÖNETMEN DEĞİL YÖNETEMEYEN

Aslında ben senarist ve oyuncu olmak istiyordum. Yönetmen olmak istemiyordum. Kısa filmlerimi yönetiyor olmamın nedeni yazdığım şeyleri yönetmek isteyecek birilerini bulamıyor olmam. Ancak şimdi yönetmen olmak istiyorum çünkü kendi dünyamı yaratmak çok hoşuma gidiyor ve filmin tamamen benim olmasını istiyorum. Bu yüzden yönetmenlik artık daha sıcak geldiği için yönetmenlik konusunda da kendimi geliştirmek istiyorum.

Ancak denemelere göre yönetmenlik bana göre değil. En azından işin teknik kısmına çok uzağım. Matematik her zaman benim kabusum oldu ve yönetmenlikte de benim kabusum. Işığın nereden geldiği, görüntünün nereden daha iyi olduğu gibi sayısız bir çok nedeni kavrayamıyorum. Kamera hareketlerini beceremiyorum. Kafam basmıyor yani. Benim yapabileceğim şey; hikayeyi en güzel nasıl anlatabilirim? Ben bunun derdindeyim.

Şimdiye kadar kısa filmlerimde sadece tek kamera -bir kere iki kamera ile çalıştım- ve basit tripodlarım oldu. Oyuncular amatör, ben ne yapacağımı bilemiyorum, mekanlarla anlaşmalarımızın süresi sıkıntı, ekipmanlarımız yetmiyor, böyle bir sürü neden sayabilirim ama ben bunları bahane etmiyorum. Kötü bir iş yapıyorum ve onun da arkasındayım. Çünkü deneme - yanılma yapabileceğim yaştayım ve onu yapıyorum. Deneyerek, bazı şeyleri çözeceğim. Sonuçta festivale oynamıyorum kısa filmlerimde veya bir şey vaat etmiyorum. Bir şeyler öğrenmek, bir şeyleri yanlış yapıp yanlışlarıma bakmak için kısa film yapıyorum.

Kaldı ki bir oyuncunun kostümünü ben seçmediğim, mekanda neler olup neler olmayacağına ben karar vermediğim, sahnedeki detayları benim seçemediğim, farklı kameralarla ve çekim tarzıyla çekemediğim zaman kendimi yönetmen olarak görmem, yönetmeyen olarak görürüm. Kendimi ise yönetmen olarak görmem hiçbir zaman yönetmeye çalışan biri olarak görürüm ama onun için bile önümde seneler var. Şimdi yönetemeyen biriyim ve bunun tadını çıkarıyorum.


“Hikâye anlatmak, eğer içinde senin baktığın yere bakabilecek bir ekip de varsa dünyanın en acayip şeyi.”
                                                                                                   (Ali Atay)

Futbol; takım oyunudur. Sinema; ekip işidir.

Benim en büyük şanssızlığım, bir ekibimin olmaması. Herkesin bir ekibinin var olduğunu görüyorum, görüntü yönetmenleri, kameramanı, boomcusu, montajcısı var oğlu var. Benim ise kimsem yok. Hem yazarken, hem çekerken, hem çektikten sonra montajlanırken çok yalnız hissediyorum kendimi. Futbol takım oyunudur mesela bunu herkes bilir ama sinema tek başına yapılmaz o da ekip işidir. Bunu herkes biliyor mu bilmiyorum ama arkadaşlarım kesinlikle bilmiyor bunu biliyorum çünkü çok yalnız kalıyorum.

Her zaman arkadaşlarımla bir şeyler yapmanın keyfini çıkardım, onlarla bir şeyler üretmek istedim. Blog sitesi açıp yazılar yazdık, e-dergi çıkarttık ve kısa filmlerimde beraber bir şeyler yapma fikri kısa filmleri yapmaktan daha güzel geldi. Ancak her seferinde sanki zorla bir şey yaptırıyormuşum gibi hissettim ki bunu hissetmek gerçekten çok kötü. Kısa film çekiyoruz; babamdan zor izin aldım diyen birisi çekim bitse de kahve içmeye gitsek diyor. Ufacık sette hatta set bile olmayan setçik olan set ortamımızda adam sanki dayak yiyormuş edasıyla iş yapıyor. Herkes bitse de gitsek havasında veya bana ayıp olmasın diye oradalarmış gibi oluyor. Haliyle benim bu işten bir şeyler bekleme şansım oluyor mu? Bu iş ne kadar iyi bir iş olabilir ki?

Sana inanan vasıfsız bir kişi, sana inanmayan vasıflı bin kişiden daha iyidir. Ben buna inanırım ve hayatımda bana inanan insanların olmasını isterim. Ancak bu işlerde bana inanan birilerini bulmam çok zor. Zaten arkadaşlarımın hepsi ya senarist olup benim yazdığım şeyleri düzeltiyorlar ya da böyle reklam yapabilecekleri rol olursa onları oynamak istiyor. Her kısa filmimden sonra ensemi kaldıramıyorum çünkü çok yoruluyorum.

Yakın arkadaşlarıma projelerimi anlattığım zaman dinlemiyorlar ve ben de onlara anlatmıyorum. Emre dinliyor ama o da benim kafam basmıyor diyor ben de bir şey diyemiyorum çocuğa. Kızla sevişiyorum örneğin. Sevişirken ona yapmak istediklerimden bahsediyorum, o gün ayrıldıktan sonra daha aramıyor beni. Onur ile yürüyorum bu yolda, Baki de katıldı. Bilemiyorum bir ekibimin daha doğrusu bir şeyler yapabileceğim bana inanabilen, bir şeyler anlatmak isteyen, bir şeyler anlatabileceğimiz arkadaşlarımın olmasını sağlayabilirim. Eğer bir ekibim olursa çok daha iyi iş yapabileceğime inanıyorum.

Ünlülerle olan fotoğraflarımı atmamın ve o yazıları yazmamın nedeni reklam değil, PR çalışmasıdır. Bir şeyler üretme derdindeyken kimse yazmadı, o fotoğrafların ardından yazmayan kalmadı. Popülerlik budur işte, başka daha iyi bir örnek bulunmaz sanırım.


“Benim için sinema kilise gibidir.”
                                                                    (Martin Scorsese)
Onlarla Tanışmak Yetmez. Onlar Gibi Olmak İstiyorum!

Şanslı olduğumu düşündüğüm bir şey varsa o da hayranı olduğum insanlarla tanışma, onları dinleyebilme ve onlara kendimden bahsedebilme şansını bulmuş olmam. Örneğin; Burak Aksak'a hayran olduğumu herkes bilir ve ben bunu saklamam. Her tweetini ezbere bilirim, her yaptığı işi ilk olarak bilenlerden biri olurum. Onunla çoğu yerde bir araya geldim, onunla konuştuk, o beni dinledi. Onur Ünlü hocayla keza öyle veya Selçuk Aydemir ile. Bunların hepsi benim için anlatılmayacak kadar güzel şeyler, yazarken bile mutlu oluyorum. Benim yerimde olmak isteyen çok insan olduğunu biliyorum, çoğu bana mesaj atıyor bu yüzden.

Ancak benim isteğim onlar gibi olmak istiyorum. Sevdiğim ve her işini takip ettiğim az sayıda insan var, onlar gibi olmayı gerçekten isterim. Bu taklitçilik veya özentilik olarak adlandırılmayacak bir istek. Bu sadece örnek almak olarak görülebilir. Arda Turan da her Galatasaraylı gibi Hagi'yi örnek alıyordu ama Hagi olmadı. Onların baktığı şekilde dünyaya bakmayı istiyorum ve baktığımı düşünmek beni çok mutlu ediyor. En büyük hayalim; onlarla tanışmış, onları seven tatlı küçük çocuk olmak yerine onları hala seven bir şeyler yapmış biri olmak. Bunu yapabilirsem, bana yeterli olacaktır.

 Iñárritu yönetmen olmaya Yılmaz Güney'in Yol filmini izleyerek karar vermiştir örneğin. Bu sinemanın gücüdür. Ben de Ali Lidar ile Aytuğ Akdoğan'ı okuyarak bir şeyler yazmaya karar vermiştim. Burak Aksak ile beraber de bir şeyler çekmeye karar verdim. Benim hayranlığım, Inarritu'nun bu kararına örnektir. Veya tıpkı televizyonda Maradona'yı izleyen ve o yüzden futbolcu olmak isteyen abiler gibi.


Takip ediyorum;

Her filmi, her diziyi hemen hemen izlediğim veya şöyle bir baktığım için çok fazla sayıda yönetmenin adını verebilirim. Ancak birini unutursam çok üzüleceğim için sadece bazılarını yazmak istiyorum. Türk olarak Onur Ünlü'nün her işini ama her işini mutlaka izlerim hem de bir kaç kez izleyerek, not alırım. Burak Aksak ve Selçuk Aydemir'i takip ediyorum ama bana Burak Aksak daha önde geliyor yani en azından daha bana benzetiyorum. Zeki Demirkubuz > NBC diyorum, ikisini de muazzam severek takip ediyorum. Fatih Akın'ın da Türk sinemasının Mesut Özil'i olduğunu düşünüyorum, çok beğenirim. Limonata ile bu listeye giriş yapan Ali Atay abi ne iş yaparsa mutlaka ilk ben izleyeceğim. Yabancı olarak da Xavier Dolan mutlaka her işine bakarım. Tarantino'nun filmleri bana göre değildir ama onu da severim. Lars von Trier, Woody Allen, David Fincher, Iñárritu, Godard, Scorsese..



BENİM SİNEMAM

Çok şey denemek ve çok şey üretmek istiyorum. Farklı şeyler yazmak istiyorum ancak bunun bu yaşlarda yapabileceğimi düşünmüyorum. Onun için aynı şeyleri, farklı şekilde kendi dertlerimle anlatıp, farklı şeyler geçmeyi istiyorum.

Ben bir delinin hikayesini değil, bir insanın neden delirdiğini anlatmayı seviyorum. Her ne kadar yazdıklarımın erkek karakterleri birbirine benzetilse de aslında yazdığım kadınları birbirine benzetiyorum. Kadın karakter yazamadığımı düşünüyorum ve bunu aşmam gerekiyor. Birbirlerine veya bana benzetilen erkek karakterlerimin ise ne birbirleriyle ne de benle alakaları olduğunu rahatlıkla söylemek isterim. Benden bir şeyler olabilir ama onlar da o karaktere gerçeklik katmak için kattığım şeylerdir, o kadar..

Benim her zaman değindiğim şeyler var onlara değiniyorum çünkü o şeylerden rahatsızım. Her zaman bir kaybedenin hikayesini anlatmak benlik bir şey çünkü kazanmak benim için önemli değil. Eğer bir gün bir kazananın hikayesini anlatırsam, kazanmak benim için önemli bir şey olmuş demektir. Onun dışında popüler kültür ile uğraşmaya devam edeceğim. İnsanların birbirlerine benzemesini, benzeme isteğini bir türlü anlayamıyorum ve anlam veremeyeceğim.




Son olarak bunu son cümleye kadar okuduysanız; teşekkür ederim..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder