Pages

Bu Ne Biçim Masal Böyle

İsminin önemi olmadığı bir gezegende, zamanın pek de önemli olmadığı bir şehir varmış. Ve bir gün bu şehirde bir hastalık yayılmış. Bu hastalığın adı herkes gibi olma hastalığıymış. O kadar çok hızlı yayılmış ki bu virüs, hiçbir insan bunun bir hastalık olduğunu anlayamamış bile ve her şeyin uzun zamandan beri böyle olduğunu düşünür olmuş. Öyle bir hastalıkmış ki bu; insanlar birbirine benzemeye çalışır,  birbiriyle aynı şeyleri düşünür ve kendileri gibi olmayan insanları kabul etmezlermiş.

Bu şehirde bu hastalıktan kurtulmayı başarmış henüz bu virüsün geçmediği küçük insan grupları da varmış. Bu küçük insan grupları bu şehrin gürültüsünden uzak ve kendi hallerinde yaşarlarmış. Neşet Ertaş dinler, dertlerini Müslüm Gürses'in şarkılarıyla ifade eder, ne olurlarsa olsunlar oldukları gibi olurmuş.

Bu şehrin kocaman bir sarayı varmış. Starbucks sarayı denilen bu sarayda koca koca hırslı adamlar yaşarmış. Şehrin en güzel arabaları, en güzel kadınları ve en güzel odaları bu adamların olurmuş. Bu şehre koca koca hırslı adamlar hükmedermiş.

Ve bu şehrin içinde bir çocuk yaşarmış, bu çocuğun adı yokmuş, kimse ona adıyla seslenmemiş, herkes farklı bir isimle kendisine seslendiği için kendisinin de ismini unutmuş. Bu çocuğa hastalık bulaşmamış ve bu çocuk da azınlıkla beraber yaşıyormuş. Ancak buna rağmen zaman zaman sanki virüsü kapmış gibi dolaşıp, herkese ayak uydurmaya çalışıyormuş. Bir bakıma rol yapıyormuş bu çocuk.

Bir gün bu çocuk, bir kız görmüş. Kız çok güzelmiş, böyle sarı saçlı, uzun boylu, güzel bir fiziğe sahip çok güzel bir kızmış. Bazılarının söylediğinin aksine dip boyası gelmediğini ve saçlarının açıcı ile açıldığı için böyle olduğunu biliyormuş. Buna rağmen saçlarının çok güzel olduğunu da biliyormuş çocuk. Kızın gülümsemesini öyle bir kazımış ki aklına her canı sıkıldığında o gülümsemeyi hatırlayıp gülümser olmuş çocuk.

Ancak çocuğun önünde bir engel varmış, kız da şehrin çoğunluğu gibi o hastalığa yakalanmış. Herkes gibi olma hastalığı, o çağın en büyük hastalığı. Çocuk bunu bildiği için ne yapacağını bilememiş, onunla olamayacağını bildiği halde onu düşünmeden, onu sevmeden edemiyormuş. Onunla olamayacağını bilse de onunla olma düşüncesi her şeyin önüne geçiyormuş. Çocuk bu hastalığa yakalanmayı çok denemiş, onların gittiği mekanlara gitmiş, onlar gibi davranmaya çalışmış ama olmamış. Bu hastalığa yakalanmak yerine en fazla bu hastalığa yakalanmış gibi yapabiliyormuş çocuk, o da hayatına devam edebilmek için. Ne yapacağını bilemez olmuş çocuk, ne kendini azınlıktan ne de o koca koca hırslı adamların arasında hissedebiliyormuş.

Bir gün çocuk kızı bir kez daha görmüş, görür görmez her şeyi değiştirmek istemiş. Tüm masalları yeniden yazmak, tüm cümleleri en baştan kurmak, tüm ezberleri bozmak ve her şeyi değiştirmek istemiş. En azından farklı bir gezegen, farklı bir hayat veya farklı bir zaman. Ama biraz düşündükten sonra bunun saçma bir düşünce olduğunu, bunun asla mümkün olmayacağını anlamış. Belki dünyayı değiştiremezmiş ama dünyayı değiştirebileceğine dair olan umudunu o kızla paylaşabilirmiş, bunu düşünmüş çocuk.

Çocuk o kızın güzelliği karşısında tüm bildiklerini unuturken, kızın yanına gelen ve onu öpen prens tüm unuttuklarını yeniden hatırlatmış kendisine. Kızın aslında sıradan bir kız olmadığını ve o kızın aslında Prenses J olduğunu hatırlamış çocuk. Prenses J'yi öpen ise şehrin yakışıklı prenslerinden biriymiş. Eğer "Kral Çıplak" diyen çocuğu dinleyebilseydik, prens hakkında dediklerini de duyabilirdik ama o çocuğun dedikleri veya prensin ne olduğu pek de önemli değilmiş.

Prens, Prenses J'ye çok şey vaat edebilirmiş ama çocuğun vaat edebileceği hiçbir şey yokmuş. Bir insanın, bir insana bir şeyler vaat etmesi ona göre değilmiş, ona anlamsız geliyormuş bu. Çocuk asla bu hastalığa yakalanamayacağını, kendini iyi pazarlayamayacağını, nasılsa öyle olacağını biliyormuş. Bir an için Prenses J isterse değişmeye hazır olduğunu düşünmüş, en azından deneyebilirmiş ama Prenses J'nin prensi bırakmaya niyetinin olmadığını bıraksa bile kendisine şans vermeyeceğini bildiği için aklına gitmekten başka bir şey gelmemiş.

Çocuk bu şehirden ayrılmaya karar vermiş, eğip başını yürüyecekmiş çocuk, usul usul. Prenses J ve Prensin birlikte Starbucks saraylarında yan yana olduğu anlar aklındayken yürümüş çocuk, bilmediği yerlere, bilmediği şehirlere gitmek için atmış adımlarını.. Ne o gezegen ne de o şehir ne de Prenses J çocuğun varlığından haberdar olmamış, çocuk çekip gitmiş öylece kimse yokluğunun bile farkında değilmiş..

Prenses J ve Prens'in aşkına tanıklık eden bu şehir, çocuğa yaşadığını bile hissetmemiş. Zaten ismi bile olmayan bir çocuk, masalın kahramanı olamazmış..



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder