Pages

"Ne yapıyor bu Tuna?"

Merhabalar. Bu yazıyı benimle ilgili çokça gelen sorulardan sıkıldığım ve biraz da kendimi anlatabilmek için yazıyorum. Yazının başlığından anlaşıldığı üzere "ne yapıyor bu Tuna?" diye soru soranlar çok, en azından o sorunun cevabını verebilmek ve kendimi bir nebze olsun ifade edebilmek, söylemek istediğim şeyleri söylemek istiyorum.

Bu yüzden ilk defa kendimin yazdığı herhangi bir şeyin okunmasını, okumanızı çok isterim..

"SANAT YAPMAK ZOR AMA SANAT YAPMAYA ÇALIŞMAK DAHA ZOR."

Sanat yapmak Dünya'nın neresinde olursanız olun kolay bir şey değil ama ülkemizde yani Türkiye'de sanat yapmak biraz daha zor oluyor. Sanat yapmak zor evet ama bence daha zor olan sanat yapmaya çalışmak. Ben sanat yapmaya çalışmanın, sanat yapmaktan daha zor olduğunu düşünüyorum. Sanat yapan bir kimse zaten sanatçı olduğu için en azından işinin bir nebze olsun kolay olduğunu ancak yaptığı şey sanat olarak kabul görünmeyen bir insanın sanat yapmaya çalışmasının daha zor olduğunu düşünüyorum.

Ben bir şeyler üretmek isteyen biriyim, bu yüzden çaba veriyorum. Benim gibi çok genç, çok insan var. Çoğunun amacı popülarite, para bulmak veya bu tarz şeylerken içinde benim de bulduğum çoğunun amacı sadece sanat yapabilmek, bunu görüyorum. En azından kendi adıma konuşmak gerekirse ben bir şeyler anlatmak istiyorum, bir şeyler anlatırken insanlara bir şeyler söyleyebilmek beni daha çok mutlu eder ancak istediğim asıl şey insanlara bir şeyler anlatabilmek bunun için çabalıyorum. İnanın sanat yapmaya çalışmak çok zor ama vazgeçmek daha zor. İnanılmaz bir şey bu çoğu zaman yapamadığını düşünüp her defasında yeniden başlamakla sonuçlanan bir zorluk.

"BEN KİMİM? SADECE BİR ŞEYLER ÜRETMEK İSTEYEN BİRİYİM"

En çok sorulan sorulardan soru kim olduğum ve neler yaptığımla ilgiliydi. Öncelikle 15 yaşımdan beri internet sitelerinde editörlük yapıyorum. Özellikle çok sayıda spor sitelerinde ve Galatasaray sayfalarında editörlük yaptım. İnsanların haberci, editör veya admin olarak beni tanımaları bu yüzden.

Yazmak keyif aldığım bir şey ve üç senedir ufak da olsa para kazanabildiğim bana iyi gelen ender şeylerden. Her gün yazıyorum zaten, yazmasam ölecek hastalığına yakalandım ve o yüzden sürekli olarak yazıyorum. Futbol hakkında yazmaya başladım sonra sıkıldım Galatasaray yazmaya başladım. Ara sıra Galatasaray yazıları halen yazmaktayım ama asıl yazmak istediğim şey hikaye. Hikaye yazarak başlamıştım şimdi daha iyi hikayeler yazdığımın farkına varıyorum. Uzun zamandır hikayeler yazdığım için buna bağlı olarak senaryo yazmak istiyorum, senaryolar yazıyorum. 17 yaşında yazdığım hikayelerden oluşan "Bu da mı Ofsayt?" adlı kitabım çıktı, kitap çok satmadı ama olsun. İnsanların beni yazar olarak bilmeleri bu yüzden.

Fenomen hesabım var ve daha önceleri büyük sayfalarım vardı. İnsanların bu yüzden fenomen olarak tanımaları da mümkün ama fenomen değilim. Fenomen olacak kadar geri zekalı değilim ama büyük takipçiye sahip hesabım var, evet. Çocukluktan beri hayalim olan kısa film çekmelere de başladım ama asıl isteğim sinema yapabilmek tüm amacım bu yüzden. Senarist, yönetmen ve oyuncu olarak da gösterilmem mümkün bu yüzden.

Editör, haberci, yazar, admin, kitap yazarı, yönetmen, oyuncu, senarist her ne olursa olsun aslında benle ilgili söylenecek tek bir şey var; "üretmek isteyen biriyim." Hepsi bu. Üretmek istiyorum, üretmek isteyen biriyim, bunun için çabalıyorum.

"ÇOK ŞEY YAPMAK İSTİYORUM VE YAPACAĞIM"

Bugüne kadar internet sitelerine yazdığım yazıları saymazsak eğer "Bu da mı Ofsayt?" kitabım ve "Sana Dair", "Aidiyet", "Vaveyla" olmak üzere çektiğim üç kısa filmimle bir şeyler üretmeye çalıştım. Aslında bakarsak ben bir tane kısa film çekebildim, o da Vaveyla'ydı. Diğer ikisi kısa film çekmeye çalıştığım kısa videolar oldu, onları saymıyorum.

Sana Dair aslında düşüncede güzel ama uygulamada kötü bir projem olarak kaldı. Yazdığım senaryoyu çekmedik aslında çünkü hiçbir şey bilmiyordum, cahil cesaretiyle kalkışmıştım ve bu amatörlük yüzünden senaryoyu değiştirmek zorunda kaldık. Ona rağmen hala amatörleri olan, kötü bir deneyim oldu. Her ne kadar korkunç derecede kötü bir film olsa bile ben çok severim. İlk göz ağrım ve o senaryoyu iyi bir yönetmene verseydik çok farklı şeyleri konuşacağımızı düşünüyorum. Aslında film şöyleydi; "Ölümcül bir hastalıktan kurtulan Arda, bu hastalıktan sonra içine kapanmış, derslerine olan ilgisini kaybetmiştir. Sessiz bir çocuk olan Arda, televizyonda Fenerbahçe basketbol formasını giyen bir basketbolcu kızın kanser olduğu haberini görür ve bu kız yolda gördüğü kızın ta kendisidir. İlk gördüğü zaman dikkatini çeken kızın kendisi gibi bir hastalık sahibi olduğunu öğrenen Arda, bir anda kendisini ona karşı yakın hisseder. Ona ulaşmaya çalışır, ona ulaşmak için her yolu dener. Merve Melike Karaca'ya ulaşan Arda ona aşık olduğunu söylese de Merve tanımadığı, görmediği birine aşık olmanın mümkün olmayacağını söyler." Uzun olarak baktığımız zaman durum buydu ama aslında çok basitti; "Hastalığı atlatıp içine kapanan bir erkeğin, kendisi gibi hastalıkla uğraşan güzel bir kıza yakınlık hissederek hayata tutunmaya çalışması."

Aidiyet ise düşünce güzel uygulama ise daha iyisi olabilirdi olarak kaldı. Bu kısa filmde bir yere ait olamamayı, aidiyet eksikliğini anlatmak istemiştim. Hem kendi getto mahallesi arasında hem de daha popülist, cadde çocuğu veya Starbucks'tan çıkmayan arkadaşları arasında sıkışıp kalan Berke'nin hikayesini görmüştük. Janset karakteri ise tıpkı arkadaş ortamındaki insanlar gibi herkes gibi olmaya çalışan, popülist, benim için en azından popülist orospunun tekiydi. Berke ait olmak istediği tek şey, tek insan olan Janset'e de ait olamayacağını anlayınca tüm bu şeylerden kurtulmak, kaçmak istedi. Kafasında olup bir türlü yapamadığı şey olan gitmeye karar verdi. Nereye gittiğinden daha çok, gitmeye karar vermiş olmasıydı önemli olan.. Ben bunu iyi gösterdiğimize inanıyorum, eksikleri olmuştur nihayetinde kafamdaki şeylerden uzak bir denemeydi. Yönetmenliği biraz daha iyi olabilseydi övgü dolu cümleler yazacaktım. Metinleri okuyup, bunu ben mi yazmışım diye düşündüğüm oluyor. Yalan yok ben bu karakteri yazarken Demirkubuz'un Yeraltı filminden değil kendimden etkilendim. Ben değilim ama tamamen bana yakın bir karakterdi, ben de onun gibi hissediyorum.

Vaveyla'ya gelirsek durumu çok farklıydı. Çünkü ilk iki kısa filmimdeki başrol arkadaşlarım Furkan ve Onur'dan ibaret olan bir şeyler yapmak istiyordum. Bu yüzden ne yapabiliriz diye çok düşündüm, Vaveyla kısa filmi böyle çıktı. Daha önce iki filmimde başrol olan arkadaşlarıma eşlik etmek istedim ve ettim. Sadece üçümüzün oynayacağı ve derdimizi anlatacak bir şey yapmak kolay olmadı ama bunu yaptık. İyi veya kötüydü bilmiyorum ama bunu yapabilmek bile benim mutlu olmamı sağlıyor. Vaveyla'da aslında basitti; üç tane birbirinden farklı insanın hayata olan çığlıklarını ele aldık. Benim oynadığım karakter sevdiği kız tarafından sevilmiyor ve sevdiği kıza "neden?" diye soruyor. Herkes gibi olmadığım için mi diyor? Çocuk haklı. Çünkü o biliyor, nasıl bir ortamın içinde olduğunu biliyor ve onlar gibi olmadığım için mi diyor. Topluma bir eleştiri var, herkes gibi olmaya çalışmak ve kendin gibi olmayan insanları öteki kılmakla alakalı. Onur'un oynadığı karakter ise aile başta olmak üzere toplumun istediği bir birey olmaya karar vermesi, topluma kendini ispat etmeye çalışması gibi nedenlerden dolayı hayallerini bırakıp sevmediği ama iyi para kazandığı bir işte çalışıyor olmasından şikayetçiydi. Topluma bir mesajı vardı. Furkan'ın oynadığı karakter ise şehrin gürültüsünden, insan kalabalığından, insanların bu yarışta gibi olan havalarından çok sıkılmıştı, derdi oydu. Derdi toplumdu, insanlardı. Her üçünün derdi toplumdu ve onu anlattık.

Üç kısa filme bakınca görebildiğim tek şey hep kendi derdimizi, söylemek istediklerimizi anlatmaya çalıştığım oldu. Onun dışında karakterlere baktığımız zaman kaybeden, topluma ayak uyduramamış, sorunlu karakterler. Neden bilmiyorum ama loser temasını seviyorum. Kaybetmenin, kazanmaktan daha ilgimi çektiğimi düşünüyorum. Benim hikayelerini anlatmak istediğim insanlar genellikle bu tip insanlar oluyor çünkü. Benim yapacak bir şeyim yok ama seviyorum, o karakterlerin ise sevilmeye ihtiyaçları yok, bu yüzden daha fazla seviyorum.

Onun dışında üreteceğim çok şey var ve çoğu hazır. Hazır olanları ise geliştiriyorum ve geliştirdikten sonra kullanacağım çünkü boş yere harcamak istemiyorum. Çok farklı şeyler yapmak istiyorum, daha iyi şeyler yapmak istiyorum. Tüm arkadaşlarımın dediği gibi kült şeyler yapacağım, tüm Dünya konuşacak gibi saçma sapan klişeler kullanmıyorum. Her zaman izlediğim zaman gülümseyip, en azından biz ve bizim gibi insanların derdini anlattığımı düşündüğüm şeyleri yapmak istiyorum. Amacım bu yönde olacak..

"ELİNDEKİ MALZEMEYİ İYİ KULLANIYORUM O YÜZDEN İYİYİM."

Kendimi geliştirmek istiyorum. Bu yüzden çok izleyip, çok okuyup, çok denemeler yapıyorum ve bu hep böyle olacak. Haddimi aşmak istemem ama senaryolarımı beğeniyorum. En azından özellikle yaşıtım olan insanların yazdığı senaryolara bakınca çok daha fazla beğeniyorum. Konuları daha özgün ve daha yaratıcı olarak belirlediğim takdirde tam olarak senaryoda kendimi başarılı görebilirim ancak yine de iyi olduğumu düşünüyorum.

Arkadaşlarımdan gördüğüm ve çeşitli insanlardan duyduğum kadarıyla insanlar yazdıktan sonra elindeki malzemeyi yazdığı şeylere göre ayarlıyor. Bende ise tam tersi bir durum var. Ben elimdeki malzemeye bakıyorum ve ona göre bir şeyler yazıyorum. Eğer elimdeki kadro 3-5-2'ye uygunsa onu, 4-4-2'ye yatkın bir kadrom varsa onu oynatıyorum. Yani eğer oynatabileceğim üç kişi varsa, üç kişilik bir hikaye yazıyorum. Eğer filmde kullanabileceğim tek şey gitar ve bir evse gitarın olduğu bir evde geçen bir hikaye yazıyorum. Bu hep böyle oldu ve en azından yapımcı bulana kadar bu hep böyle olmuş olacak. Ben malzemeyi iyi kullandığım için iyi bir senarist olduğumu düşünüyorum, iyi bir şeyler yapabilmek iyi malzemeler istemeyen bir senarist olmak beni daha iyi kılıyor.

Egoist olduğumu düşünmeniz normal ancak insanlar genellikle kendime daha çok güvenmem gerektiğini söylüyorlar. Bilemiyorum çok da umursamıyorum. Senaryoda iyi veya kötü belli bir standartta olduğumu düşünürken, yönetmenliği bilmiyorum. Yönetmenliğimi de en azından senaryodaki standart çizgime getirmeyi çok istiyorum, tüm çabam ve isteğim bu yüzden. Ancak şunu da söylemek istiyorum iyi bir oyuncu olduğunu göstermek isteyen herkes benimle çalışmak ister. Çünkü bir oyuncuyu farklı kılacak, ne kadar iyi olduğunu gösterebileceği metinler yazıyorum. Oyuncunun isteğine göre senaryolarda değişiklikler ve kolaylıklar da yapmam mümkün oluyor. Onun dışında da herhangi bir sınırım olmadığı için her şeyi deneyebilirim.

"KENDİME SANSÜR UYGULUYORUM ÇÜNKÜ MECBURUM"

Aslında düşündüğüm şeyler çok uçuk kaçık fikirler oluyor. Arkadaşlarımla konuşurken onlara anlattığım zaman heyecanlanıyorlar ve çekmek istiyorum. Ancak tüm bunlara rağmen sonraya ertelemek zorunda kalıyorum. Nedeni basit, yapamayacağımı biliyorum.

Örneğin kadın karakter yazamıyorum. Bunun nedeni oynayabilecek kadın karakter bulmakta zorlanıyor olmam. Benimle bir şeyler yapmak isteyen arkadaşlarım genellikle mahalle baskından çekiniyor. Kadının güzelliğinden, kadının vücudundan, kadının kendisinden tam olarak yararlanamıyorum. Hal böyle olunca yazdığım karaktere kendim sansür uygulayarak onun derine inmeden, bir karakterden çok bir tip olarak yazmak mecburiyetinde kalıyorum. Arkadaşlarım haklı olarak aile tepkisinden, komşulardan, insanlardan çekiniyorlar. Sansür uygulamama neden olmayacak kadınları bulduğum zaman işin boyutu değişiyor. Bu sefer de kadın bana inanmıyor veya bir şey kazandırmayacağını biliyor o yüzden olmuyor.

Bu ve bunun gibi şeyler çok zorluyor beni. Hep kendimi frenlememe ve sansür uygulamama neden oluyor. Onun dışında karaktere küfür yazarken bile düşünüyorum. Ancak o konuda sansür uygulamıyorum eğer hikaye ve karakter o argoyu, küfrü etmesi gerekiyorsa ne olursa olsun eder, o kadar. Sigara ve alkolün hikayeye doğrudan etki ettiğini düşünürsem onlar da olur, olmak zorunda çünkü. Siyasi görüşlerden kaçınmak durumdaydım ama şimdi bu konuda da sansür uygulamayacağım. İnandığım şeyleri eğer gerektiğini düşünürsem inceden sokuşturmak istiyorum.

"SENARİST TUNA > OYUNCU TUNA > YÖNETMEN TUNA"

En çok sorulardan soru ise sinemanın hangi dalında yürümek istediğim oldu. Xavier Dolan örneği verip, üçünü de yapmak istediğimi söyleyince Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz örneklerinden oluşan cevabı alıp hayal kırıklığına uğradım. Ancak gerçekten hem yazıp, hem yönetip hem de eğer rolü yapabileceğimi düşünüyorsam oynamak istiyorum.

Fakat senaryo yazmanın kendime daha uygun olduğunu düşünüyorum. Yani diğerlerine baktığımız zaman bir nebze olsun daya iyi olduğumu ve zaten çok kötü olsam bile yapmak istediğim ilk şeyin senaryo olduğunu söyleyebilirim. Yazacağım, ömrümün sonuna dek yazacağım.

Bunun dışında oyunculuk ise çocukluk hayalim. Çocukluğumdan beri izlediğim filmlerin, dizilerin sahnelerini ezberleyip onları canlandırmak yaptığım şeylerin başında oldu. Hala zaman zaman çok beğendiğim bir sahneyi ezberleyerek, onu yaparım. Onun dışında oyunculuğun daha büyük bir şey olduğunu düşünüyorum. Başka biri olabilme fırsatı veriyor size, daha ne olsun.  Ben liseye kadar oyuncu olmak istediğimi söyleyip durdum, lisede ise bana kimse ne olmak istediğimi sormadı ben de sormadım. Utangaç ve insanlarla iletişim kurmakta zorlanan biri olarak oyunculuk bu anlamda da bana çok şey ifade ediyor. Öte yandan oyunculuk olarak kendimi geliştirmenin senaristlik ve yönetmenlik açısından daha fazla olduğunu düşünüyorum. Oyunculukta kendini geliştirmek ve yenilmek bitmez, bitmiyor çünkü.

Onun dışında yönetmenlik ise aslında yönetmen olmak aklımda yoktu hatta şimdi yeni yeni yönetmen olmak istiyorum. Çünkü yönetmenlik deli işi. Ben benim yazdığım şeyleri çekecek başka biri yok diye yönetmen olmak istedim, kendi yazdığım bir şey dışında bir şey yönetemem ama başkasının yöneteceği şeyleri yazabilirim. Bu anlamda yönetmenlik benim için yazarak oluşturduğum kendi dünyamı, yöneterek ortaya koymaktan oluşuyor. Bu yüzden evet yönetmen de olmak istiyorum, bu yüzden de çabam yeni yeni başladı.

Sıralamaya gelirsek önceliğim senaryo ama oyunculuk hep olacak yönetmenlik ise bu iki maddeyi yapabilmem için gerekli olan bir şey olarak görüyorum.

"BANA KÜFÜRLER EDİYORLAR ETSİNLER AMA.."

Ufak ufak bir kitlemin oluştuğunu görmek hoşuma gidiyor. Filmden Kareler'in kitlesi ne yazık ki çocuk veya ergen diyebileceğim bir kitle. Bu konuda Hakan Hepcan ile yarışıyorum. Ancak kendi hesabımda güzel beni mutlu eden bir kitle görüyorum. Çok mesaj, çok övgü ve çok güzel geri dönüşler alıyorum bu da beni çok mutlu ediyor. Bazen katlanamıyorum, vazgeçeyim diyorum sonra bir bakıyorum mailler gelmiş, DM'ler gelmiş çok mutlu oluyorum. Leyla ile Mecnun'un ekmeğini yediğimi söyleyenler var ancak kesinlikle bunu yapmıyorum. Ama evet o dizi hayatımın dizisi, her yaptığım işte küçük büyük göndermeler olacak çünkü o dizi benim gerçeğim. O gemi gelecek en azından..

Öte yandan bazıları bana küfür ediyor. Neden bilmiyorum ama bana küfür ediyorlar. Ben onlara ne yaptım? Hiçbir şey. Eğer beğenmiyorsan takip etme, blockla gitsin. Eğer sevmiyorsan sevmemeye devam et git ötede oyna. Televizyonda sevmediğin bir şey olunca kanalı değiştiriyorsun. Sosyal medyada da bunu yapsana neden söyleme gereği duyup, küfür ediyorsun? Hem ben fenomen değilim, siyasetçi değilim, sporcu değilim. İnsanları kırmam, kötü bir şey söylemem neden ben diye düşünüyorum ama cevap bulamıyorum.

Eskiden küfür edenlere küfürle cevap verirdim şimdi ise susuyorum. Küfür ediyorlar mı? Etsinler. Çünkü bir zamanlar ben de küfür ederdim öyle şimdi küfür edilen olmuşum demek ki. Bana küfür edenin profiline bakıyorum hakkında kısmına "yazar" yazmış ama bana küfür ediyor. Benim kitabım çıkmış, o ise kendisine yazar diyerek bana küfür ediyor. Sonra başka birine bakıyorum, kapak fotoğrafında oyuncular var. Hepsiyle tanışıyorum, konuşuyorum o ise kapak fotoğrafı yapmış. Haliyle onlar küfür etmesin de ne yapsın? Küfür ediyorlar etsinler ama bana küfür edeceklerine kendi hayatları için dua etseler ya, daha güzel olur.

"TÜRKİYE'DE ÇOK İYİ İSİMLER VAR, HAKLARI YENİYOR."

Türkiye'de sinemanın kötü olduğunu düşünmüyorum. Türkiye sinemasında çok iyi işler olduğunu düşünüyorum. Sadece çok fazla üretim oluyor ve artan üretim ne yazık ki kötü işlerin de artmasına neden oldu. Özellikle hem sinemada hem televizyonda ilgi ne kadar yoğunsa, kalite o kadar düşük gibi bir şey söylemek ne yazık ki mümkün. Bu ülkede vine çeken her insan sinemacı oldu. Harry Potter parodisi ülkede gördüğüm en kötü işlerden. Vine çeken abinin yaptığı ve ikincisini hazırladığı film rezalet ama iş tuttu seri olarak yaparlar. Her neyse ama bana göre Türk sinemasında iyi şeyler de oluyor, onları izlemek ve onları yakalamak daha önemli.

Oyunculuk olarak ise gerçekten çok iyi isimler var. Örnek vermem gerekirse; Nadir Sarıbacak, Sermet Yeşil, Cengiz Bozkurt, Ahmet Rıfat Şungar, Tansu Biçer, Esme Madra, Ece Dizdar, Açelya Devrim Yılhan gibi isimler var. Popülist olarak baktığımız zaman Kıvanç Tatlıtuğ'u ayrı tutarım istese yakışıklı bir oyuncu olabilirdi ama o hem yakışıklı hem çok iyi bir oyuncu olmayı tercih etti. Mert Fırat bu ülkede sanatına en çok hayran olduğum iki insandan biri ve çok ama çok iyi bir oyuncu.  İlker Kaleli de anti kahraman rollerine çok iyi gideceğini düşünüyorum, çok iyi bir oyuncu. Ali Atay, Serkan Keskin, Ertan Saban, Erdal Beşikçioğlu üstad gibi isimler var. Kadınlarda ise Farah Zeynep Abdullah'ı ayrı tutuyorum popülist biri olsa da oynadığı tüm filmleri tek başına sırtladı. Demet Evgar, Canan Ergüder, Saadet Işıl Aksoy, Türkü Turan, Sezin Akbaşoğulları, Şafak Pekdemir, Alina Boz gibi isimler var. Bu isimlerin ardına çok isim yazılır ve unuttuklarım da vardır ama aklıma gelen isimler bunlar. Hem bu isimlerle bir şeyler yapmayı çok istiyorum. Bu burada kalsın belki ileride bu isimlerle bir şeyler yaparım ve o zaman hayalimi gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşarım. Ancak şunu söyleyebilirim ki bu isimlerden çoğuyla tanıştım umarım birlikte bir şeyler yapabilme şansına da sahip olabilirim.

Onun dışında çok iyi yönetmenler var. Bu isimlerin hepsini saymayacağım ama Demirkubuz'u daha çok sevmekle birlikte Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Onur Ünlü üçlüsünü çok severim. Ali Atay abinin yönetmen olması beni heyecanlandırdı. İlksen Başarır'ın yanı sıra kadın yönetmenlerinin artması çok iyi bir şey sinemamız adına, beni çok heyecanlandırıyor.

SON OLARAK İSE.. 

- Filmlerimin müzikleri genellikle beğeniliyor yani en çok övgü aldığım şey film için seçtiğim müzikler oldu. Bunun için çaba harcıyorum. Karaktere, hikayeye yakışacak bir şarkıyı arıyorum ve en önemli unsur kullanacağımız şarkının çok bilindik veya popüler bir şarkı olmaması.

- Ben fenomen değilim ve fenomen olarak bir şeyler yapmıyorum. Fenomenler belli bir takipçi sayısına ulaştıkları için bir şeyler yapmaya başladı. Ben ise bir şeyler yaptıktan sonra belli bir takipçiye ulaştım fark bu.

- İnsanlar bana yazdıklarını yollayarak, yorumlamamı istiyor ancak ben otorite veya bilgi sahibi biri değilim. Yazın, daha çok yazın, daha çok üretin. İzleyin ve okuyun. Ben öyle yaptım, siz de öyle yapın.

- Denemek istediğim, yapmak istediğim ve üreteceğim çok şey var. Bunları zamanla yapacağım, sizden tek isteğim bana zaman vermeniz. Bu zamanı verirseniz gerçekten neler yapacağımı tam olarak göreceksiniz.

- Bana gelen övgü veya eleştirilerin hepsini okuyup notlarımı alıyorum ama kendimi en iyi kendim biliyorum. Potansiyelimi, neler yapabileceğimi ve bu yüzden çok rahatım.

- Herkes bana "sen daha fazla tanınmayı, para kazanmayı hak ediyorsun" diyorlar ancak inanın umurumda değil. Ben ünlü olunca, çok para kazanınca değil yapmak istediklerimi en iyi şekilde yapınca mutlu olacağım.





Şimdilik bu kadar, eklemek istediklerim olursa eklerim. Eğer bu yazının sonuna kadar okuduysan, çok teşekkür ederim. Vaktini ayırman beni çok mutlu etti, umarım kendimi anlatabilmişimdir. Sonuna kadar okuyan herkesin yorumlarını özelden bekliyorum.. Var olun!:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder