Kudret, 20'li yaşlarının ortasına gelmiş ve bugüne kadar hiçbir şeyi becerememişti. Bir restaurantın motor kuryeliğini yapıyordu. Hayatı yollarda, yemek kokusuyla ve yiyeceği yemeği dört gözle bekleyen aç insanların yüzlerine bakarak geçiyordu. Kudret hiçbir şeyi becerememiş olmasının yanı sıra hiçbir şeye tam olarak ait olamadı, hep arada kalarak yaşadı. Ne iyi bir çocuk olabildi, ne de kötü bir çocuk. Ne başarılı bir öğrenciydi ne de başarısız hep düz geçerdi sınıflardan. Ne yakışıklıydı ne de çirkin. Ne tam bir dindar olabilmişti ne de ateist. Hiçbir şeye tam uymuyordu, her şeyin tam ortasındaydı. Babası ona Kudret adını vermişti çünkü 3. Lig'de olan memleket takımında forma giyen Kara Bela Kudret o dönem fırtına gibi esiyordu. Ama babası Beşiktaş'ı da tutuyordu, neden bir Beşiktaş efsanesinin ismi yerine memleket takımının oyuncusunun adını vermişti ki? Sanki Kudret'in kaderi daha o doğmadan, babasının verdiği bu isimle yazılmıştı..
Kudret işini bitirdi, kendisine kalan bahşişlerden kendisine bira alıp alamayacağına baktı ve iki bomonti parası çıkmıştı. Tekelden iki bomonti ve biraların yanında yemek için bir cips aldı. 25 kuruşu çıkmadı ama olsun, tekel tanıdıktı, sonra verecekti. Saat 22.00'ı geçmişti ama olsun, tekel tanıdıktı ve karşılıklı olarak alkolün saati mi olur diye düşünüyorlardı. Kudret anahtarını çevirdi, evinin kapısını açtı. Kapıyı açar açmaz, burnuna gelen o kötü kokudan iğrendi. Evin içine baktı, evin içinde çöp veya kokacak bir şey yoktu. Hatta evi tek başına yaşayan bekar bir herif için temiz bile sayılırdı. Televizyonun karşısındaki üçlü koltuğa oturdu, çorabını çıkardıktan sonra o koltuğa uzandı ve koltuğun hemen önündeki masanın üzerinde duran televizyonu açtı. Televizyonda kanallara gezerken, izleyecek bir şey bulamadı. Televizyonda izlediği veya izlemeyi sevdiği tüm yapımlar yayından kalkmıştı. Kudret burnuna gelen o kokuyu düşündü, yalnızlık kokuyordu. Ev hatta kendisi baştan aşağıya yalnızlık kokuyordu. Yalnızlıktan ve yalnızlığını kokusundan kusacaktı, neredeyse!
Televizyondan izleyecek bir şey bulamadığı için, DVD koleksiyonundan bir film seçti. Scarface filmini izlemeye karar vermişti, o filmi bir kez daha izleyecekti. Birasından yudumladı,düşünmeye başladı. Düşündüğü şeyleri o kadar çok düşündü ki, düşüncelerini kendisini hasta edecekti. Öyle düşünüyordu. Televizyonu bırakıp, odasının duvarlarına bakmaya başladı. Duvarlardan başka kimi vardı? Evinin duvarları onun en yakın arkadaşıydı. Duvarlara baktı, duvarların üzerindeki posterlere baktı. Scarface filmindeki Al Pacino'nun canlandırdığı Tony Montana, Taxi Driver filmindeki Robert De Niro'nun canlandırdığı taksi şoförü ve Fight Club filmindeki tüm karakterlerin posterleri asılıydı. Bu filmleri orta okulun sonuna doğru çalıştığı mahallesindeki DVD satan dükkandan dolayı biliyordu. Orada çok fazla film izlemişti ancak oradan ayrıldıktan sonra o kadar vakti olmamıştı ve çok fazla film izleyemiyordu. Birasından aldığı her yudum onu sonu belli olmayan bir yolda, sona yaklaştırıyordu. En azından o sonsuz bir yolun, yavaş yavaş sonuna geldiğini düşünüyordu.
Kudret bugüne kadar kendisinin hak ettiklerini alamadığını düşündü. Kendisi hak ettiklerini alamazken, tanıdığı ve nefret ettiği çoğu insan hak etmediği halde onca şeye sahip olmuştu. "Sikeyim" dedi, kendi kendine. "Sikeyim. Bu dünyayı sikeyim, bu düzeni sikeyim, Adaletini sikeyim, haksızlığı sikeyim. Kendimi sikeyim, orospuları ve orospuların yanındaki piçleri sikeyim!" dedi. Öfkelenmişti, öfkeliydi. İnsanlara karşı her zaman bir öfkesi vardı ama bu öfkeyi hiç belli etmiyordu. Kudret'in öfkesini belli etmemesinden dolayı, kendisini orospu gibi hissettiği de oluyordu. Kudret sıkılmıştı artık ve Kudret daha fazla öfkeleniyordu. Bıkmıştı Kudret, insanların onu görmemesinden, ona saygı duymamasından, bir hiç olarak yaşamaktan, kendisine değer verilmemesinden. Kudret kendisinin etrafındaki insanlara benzemediğini düşünüyordu. Onlar gibi herkesin kabul ettiği şeyleri kabul etmediğini, herkesin sevdiği şeyleri sevmediğini ve herkesin yaptığı şeyleri yapmak yerine yapmak istediği şeyleri yapıyordu. Belki kendisini çok yakışıklı bulmuyordu, belki giyinmeyi bilmiyordu, belki onlara ayak uyduramıyordu, belki yalnızdı hatta belki nefret bile ediliyordu ama olsun en azından kendisiydi. Kendisi kalabilmek onu mutlu ediyordu. Tüm bunlar aklından geçerken, hala kendisi olmanın onu mutlu ettiğini hissederek bir yudum daha aldı birasından.
Özgüveni yüksek değildi Kudret'in ve bunu nasıl düzeltebileceğini bilmiyordu. Çok denemişti ama olmuyordu. Belli bir süre geçmeden, konuşmayı bile doğru dürüst beceremiyordu. Kudret ilk birasını bitirdikten sonra diğer birasına geçti, kapağını açtı ve hemen bir yudum aldı. Kudret kendisine özgüvensiz demiyordu çünkü ona göre özgüvensiz değildi sadece diğer insanlar haddinden daha fazla özgüvene sahipti. Bu durum onun sinirini çok bozuyordu. Kudret kendisi için uygun bir tanım bulmuştu. Kendisi için en güzel tanımı İngilizce'de bulmuştu, "Loser" dışında hiçbir kelime onu daha iyi anlatamazdı. Bu hayat için fazla loser olduğunu düşünüyordu ve artık bu durumun değişmesini istiyordu. Artık insanların onun farkına varabilmesini, ona saygı duyulmasını, insanların onun yaşadığından haberdar olmasını istiyordu. Bugüne kadar loser olmasının nedeni olarak, kendisinin iyi insan olmasına bağladı. Kendisi iyi bir insandı ve bu yüzden hep kaybedecekti, o da hayatı boyunca hep kaybetmişti. İyi insandı ama yalnızdı. İyi insandı ama kaybediyordu. İyi insandı ama bunun karşılığı loser kelimesiydi. Bunu değiştirmeyi düşledi, değiştirmek istedi. En azından bir an için, son birasından son yudumu da içtikten sonra. Kapının yanındaki askılıkta asılı olan ceketini kaptı ve hızlıca dışarıya çıktı.
O an sanki filmlerde izlediği sahnelerin birindeymiş gibi hissediyordu. Kendisi adeta Scarface filminde "Ben hak ettiğimi istiyorum. Bu dünyayı ve dünyanın içindekilerini istiyorum" diyen Tony Montana, İstanbul'a ilk geldiğinde gazinonun arka tarafında oturup, gazinonun en iyi yerlerinde oturan o hayatın önde gelen isimlerinden olan isimlerin oturduğu masayı gösterip "ben buraya bu masada oturmak için değil, o masada oturmak için geldim" diyen Ramiz Karaeski gibiydi. Hızlıca attı adımlarını, adımlarını atarken ilk defa bu kadar farklı yürüyordu. Her attığı adım onun kendisine olan güvenini yerine getiriyordu. Yürürken bu sefer insanların yanından sessizce çekip gitmek yerine, insanların onun yaşadığından haberdar olmasını istiyordu. "Ben buradayım orospular!", "Burada ben de yaşıyorum orospu çocukları" diye bağırmak istiyordu ama sadece içinden bağırmak ile yetiniyordu. Hızlı hızlı adımları onu, Şeyma'nın yanına getirmişti. Şeyma'yı aradı, Şeyma açmadı. Şeyma'ya kapılarının önünde olduğunu söylediği bir mesaj attı, Şeyma camdan baktı ve onu gördü. Daha sonra aşağıya kapının önüne indi. Kudret'e baktı.
"Ne oldu Kudret? Ne işin var burada? Bu saatte? Delirdin mi?"
"Bana öyle bakma Şeyma! Bana öyle bakmayı kes!" dedi. Kudret'i tanıyanların hiçbiri böyle bir yüksek ses tonu, beklemezdi ondan, Kudret bile kendisinden böyle bir ses beklemiyordu.
"Nasıl bakmayayım, anlamadım?"
"Her zaman baktığı gibi, acıyarak bakma bana."
"Ben sana acımıyorum."
"Hayır acıyorsun. Karşında köpek gibi olduğum için bana acıyarak bakıyorsun, sana değer verdiğim için bana böyle bakıyorsun. Sana verdiğim değerin farkında olup, sana verdiğim değerin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bildiğin için böyle bakıyorsun. Seni çok sevdiğimden dolayı ancak buna rağmen beni sevmemeye devam edeceğinden dolayı bana böyle bakıyorsun. Acıyarak bakıyorsun bana, acıyorsun bana ve belki bana acıyarak kendine kızıyorsun."
"Kudret öyle bir şey yok, kesinlikle yok.."
Kudret inanmadı çünkü öyle baktığını biliyordu. Şeyma'nın bakışları ona kendisini yaralı bir köpek gibi hissettiriyordu. Halbuki o yarayı açan Şeyma'nın ta kendisiydi. Kudret yalnızdı, Kudret sevilmezdi, Kudret'in yaşadığından ne dönüp duran dünya ne de o dünyanın içindekiler farkındaydı. Hatta çoğu zaman Kudret bile yaşadığının farkında değildi.
"Şeyma sence hayat bu mu? Bundan mı ibaret senin için hayat?"
"Bundan mı derken? Neden mi ibaret?"
"Yani bir gün onunla, bir gün bununla aynı yerlere gidip, aynı muhabbetleri etmek mi? Saçma sapan birbirini tekrar eden muhabbetler, kusana kadar içip sarhoş olmak mı? Bu mu yani sadece bu mu? Herkesin gittiği yerlere gitmeler, bir gösterişler, bir etiket durumu. Bundan mı ibaret her şey?"
"Kudret saçmalıyorsun."
"Hayır saçmalamıyorum. Herkes gibi olayım ben de? O senin yanındaki piçlerin yaptığı gibi davranayım ben de? Kendimi olmadığım biri olarak mı göstereyim? Bunu mu istiyorsun? Bu mu hoşuna gider he?"
"Piçler mi? Kime diyorsun sen onu?"
"Piçler tabi. Şu yanındaki şımarık, kendilerini olmadıkları gibi gösteren zavallı göt verenlerden bahsediyorum. Onlar gibi olsaydım severdin di mi beni? O çüksüz züppeler gibi olsaydım severdin di mi beni?"
"Kudret sen kafayı yemişsin."
Şeyma ilk defa Kudret'in var olduğundan haberdardı, ilk defa ona karşı farklı şeyler düşünmeye başlamıştı. İlk defa ondan korkuyor, ondan nefret ediyor ve onun delirdiğini düşünüyordu. Kudret ise kendini ilk kez bu kadar güçlü olduğunu hissetmişti ve güçlü olduğunu hissetmek ona daha güçlü hissettiriyordu.
"Popülist biri olsaydım di mi beni? Onlar gibi yani. Herkes ne yapıyorsa yapsaydım, severdin di mi? Bir bok bilmediği halde sırf kabul görme, onlardan biriymiş gibi davranmak için bazı fikirleri bile kabul eden bu dallamalar gibi olsaydım değil mi? Nasıl biri olduklarından daha çok, nasıl biriymiş gibi kendini sunanlardan olmam gerekiyordu değil mi? Gösteriş meraklısı, etiket manyağı, ortam aşığı ve benzeri bu siktiğim şeyleirnden olmadığım için di mi? Ama ben buyum ve hep ben bu olarak kalacağım."
"Ne bok yiyorsan ye ama lütfen git şimdi.."
"Çok param olsa ve o para karşılığında çok güçlü olsam veya çok popülist olsam iş değişir di mi? O zaman seni tahtik ederim değil mi?"
"Ne diyorsun sen ya?"
"Peki Şeyma düşündün mü hiç? Göğüslerin sarkınca, yüzündeki kırışıkları saklamayacak hale geldiğin zaman, O kalçanın artık erkekleri tatmin etmediği gün ne yapacaksın? Böyle makyaj yapmaya devam mı edeceksin?Arabalı bir erkeğin arabasından inip, diğer erkeğin arabasına binmeye devam mı edeceksin? Orospuluk dışında ne bok biliyorsun? Bir erkeğe seni sikmesi dışında ne verebilirsin?"
Şeyma deliye döndü, gözlerindeki nefret ve öfkeyi görmemek elde değildi. Kudret bile Şeyma'nın bu halinden korkmuştu. Şeyma bir sinirle kalktı yanından, Kudret ise onun gidişini izledi, yavaş yavaş. O giderken sadece baktı Kudret ve bu kez öfkesine karşı kaybettiğini anladı.
"Bir gün seninle olacağım. Bunun için ne yapmam gerekiyorsa gereksin, bunu yapacağım!" dedi Kutret, "Siktir git" dedi Şeyma. Şeyma gitti, Kudret kaldı, oturduğu yerde kalakaldı. Dünyalara sahip olmayı isterken, dünyalar başına yıkılmıştı sanki. Yukarıya baktı, "Allah'ım" dedi. "Ne yapacağım ben? Bir akıl versen, bir pas versen.."
Daha sonra kendine geldi Kudret, bomonti birasından bir yudum aldı ve ikinci bomonti birasını da bitirdiğini gördü. Onun kendisine ayırdığı zaman bitmişti, şimdi yatma vaktiydi. Uyuyacaktı ve boktan hayatı devam edecekti. Tıpkı dün olduğu, yarın da tıpkı bugün olduğu gibi olacaktı. Bundan çok sıkılmıştı Kudret ve Scarface filmindeki Tony Montana karakterinin posterine döndü, gülümsedi.
"Tony" dedi. "Ben de hak ettiklerimi istiyorum. Bu Dünya'yı ve bu dünyanın içindekilerini istiyorum adamım."
Bunu dedikten sonra camını kapatıp, üzerine pikesini örttü ve kanepesine kıvrıldı Kudret. Kendisinin belası olan Kudret, kendisinin en büyük belası kendisiyle yaşamaya mecburdu, bunu anladı. Kuğu olmayı bekleyen çirkin ördek yavrusu gibi, boktan hayatının sona ermesi için boktan hayatına devam etti..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder